Takip Et
  • 16 Ağustos 2018, Perşembe

AYAKLAR GİDER, YÜREK KALIR...

Değerli Dostlarım,

Yıllık iznimin bir haftalık kısmı ile beraber bu seneki Kurban Bayramı tatilimi iki haftaya çıkardım. Her sene incir mevsiminde Aydın'a gidip dalından incir yemeyi adeta bir gelenek haline getirdiğimden, seyahat için rotamı doğruca Çine'ye çevirdim. Zira, zaman inciri dalından taze taze koparıp yeme zamanıydı.

İncir demişken, sıradan bir meyveden değil, Aydın incirinden bahsediyorum. Yoksa, incir her yerde var; Mersin'de, Karadenizde, Bursa'da, İç Anadolu vs. Ama onlara da illa incir dememiz gerekiyorsa, hiç kimse kusura bakmasın, ben de Aydın incirine kısaca "bal" diyorum. Hiç te haksız olmadığımı, Aydın incirini bir kez bile olsa tatmış olanlar zaten taktir edeceklerdir.

Bu arada, dünya incir üretiminin yüzde yetmişini Türkiye, Türkiye üretiminin de yüzde yetmişini Aydın ilinin tek başına karşıladığını biliyor muydunuz?

İncir, Kuran'da bahsi geçen üç-beş meyveden biridir. Eşsiz tadı bir kenara bırakılırsa, aynı zamanda şifa kaynağı bir meyvedir incir.

Bugünkü yazımın ana konusunu "memleket sevdası" seçtiğimden, incir konusunda şimdilik bu kadarcık bilgi yeter diye düşünüyorum.

Yeri gelmişken, memleket sevdası üzerine size bir sırrımı açık edeyim. Bu sırrım, Ankara'dan Aydına doğru arabamla her yola çıktığımda başıma gelen bir durumla ilgili;

Ankara'dan Aydın'a ailemle yaptığım bütün yolculuklarımızda, yolculuğumuzun ilk bölümünde ailemle Ankara'da konuştuğumuz gibi konuşurken, Afyona doğru işler değişmeye başlar. Kelimeler yerelleşir, şive değişir ve dil "Aydınca'ya döner. Sanki sihirli bir el değer ve hepimiz evrim geçiririz. Çoğu kelimede (r) harfi kalkar, kelimeler kısalır ve Ankara'da hiç kullanmadığımız kelimeler ortaya dökülüverir. O saatten sonra arabadaki hiç kimse, "geliyorum, ne yapıyorsun, nasılsın vs" demez. Bunların yerine, "geliyon, napıyon, nahasın" gibi kelimeler otomatikman devreye girer. Yani kısaca, o saatten sonra Ankara bitmiş ve öze dönülmüş olur.

Değerli Dostlar,

Memleket hasreti bambaşka birşeydir ve bunu hiç gurbette yaşamamış olanlar pek anlayamazlar. Gitmeyenlere göre cazip gelen başka diyarlar, gurbette olanlara bazen birer açık cezaevi hissi yaşatırlar. Bunu bir defasında bizzat ben de yaşamıştım;

2004 yılında, Pakistan'daki bir aylık bir eğitim programına katılmak üzere ilk defa yurtdışına çıkmıştım. Türk Hava Yolları (THY) ile Karaçi'ye, oradan da Pakistan Hava Yolları (PIA) ile Lahor'a uçacaktım. Karaçi'de THY uçağından inip PIA uçağına bindiğimde ilk şoku yaşadım. Daha uçağa adımımı atar atmaz kesif bir baharat kokusu burnumun direğini sızlattı. O bölgelerde yaşayan insanların yemeklerinde bolca kullandıkları baharat, insanların üzerlerine de siniyor ve bu nedenle uçak ve bunun gibi kapalı mekanlar adeta bir baharatçı dükkanı gibi kokuyordu. Ama bu kokunun fazlası, bizim gibi az baharat tüketen insanlara doğal olarak rahatsızlık veriyordu. Kültür farkının ne demek olduğunu, farklı simalar ve değişik kıyafetli insanlarla Lahor'a yaptığım o yolculukta ilk defa anladım. Artık memleketimden uzakta farklı bir kültür ve yaşam ortamındaydım. Pakistan'daki ilk günlerimde sorun yoktu ve hatta bana herşey cazip geliyordu. Fakat ikinci haftadan sonra işler değişti, memleket özlemi ağır basmaya başladı. Artık bir an önce ülkeme dönmek istiyordum. Günler geçmek bilmiyor ve adeta boğuluyordum. Bir daha ülkeme hiç geri dönemeyeceğim hissine kapılmıştım. Pakistan artık benim için adeta bir hapishane haline gelmişti. Bu durum, dönüş vakti THY uçağına adımımı attığım ana kadar devam etti.

Kısaca söylemek istediğim, gurbet tahammül gerektirir ve hatta bazen acı verir.

Bir Aydınlı için başka bir il, bir Türk vatandaşı için başka bir ülke gurbettir. Örneğin, Ankara'da yaşayan bir Aydınlı, 09 plakalı bir araba gördü mü heyecanlanır ve mümkünse ilk trafik ışığında yakalayıp hal hatır sorar. Şahsen benim, plakası 09 olan ya da arkasında efe çıkartması bulunan bir araba görüp peşine takıldığım çok olmuştur.

Hele yurtdışında bir Aydınlı ile karşılaşmanın verdiği mutluluğun tarifi yoktur ve bu durum insana adeta ilaç gibi gelir.

Lüksemburg'ta staj için bulunduğum dönemde bir hafta sonu, kent merkezindeki bir geçici pazarda dolaşıyordum. Birden kulağıma, Türkçe konuşan birkaç kişinin sesi geldi. Doğal olarak, sesin sahiplerini bulup yanlarına gittim. Konuşanların Aydınlı ve Almanya'da öğrenci olduklarını öğrenince çok mutlu oldum ve birşeyler içip sohbet etmek üzere kendilerini davet ettim. Sağolsunlar davetimi kabul ettiler ve yakın bir kafede birkaç saati birlikte geçirdik ve hep beraber çok zevkli bir memleket sohbeti yaptık. Ortak tanıdıklarımız olduğunu anlayınca sohbet daha da zevkli hale geldi. Uzun süredir memlekete hasret olduğumdan, onlarla olan sohbet bana, "çölde vaha bulmak gibi" bir mutluluk vermişti.

Demek istediğim şu; zordur gurbet, zordur başka diyarlarda memleket özlemi çekmek...

Sevgili Okurlarım,

Aslında gurbet, sadece doğduğun yerden ayrılmak değildir. Sevdiklerinden ve anılarından uzaklaşmak ta gurbet sayılır. Bu nedenle atalarımız "Beşiğin ardı gurbettir" demişlerdir. Yani, gurbet kavramı kişiye ve yere göre de değişir. Mesela, bir bebek için annesinden ayrı kalmak gurbete düşmektir.

Öte yandan, gurbetin ne demek olduğunu, ancak gurbet acısı çeken bilir. Hiç kimse de sebepsiz yere gurbete gitmez. Ya iş için, ya eş için ya da başka bir zorunlu sebepten gidilir gurbete. Fakat;

"Gidilir, gidilir de sadece ayaklar gider; akıl kalır, yürek kalır, sen kalırsın...

Bir başka yerde bulamaz insan, ata yurdunda bıraktıklarını...

Esen kalın dostlarım...

ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.