Takip Et
  • 2 Ağustos 2018, Perşembe

HERKES BİRGÜN HESAP VERECEK...

Değerli Okurlarım,

Yetişkin bir insanı çocuktan ve akıllı bir insanı deliden ayıran en temel özellik, sorumluluk üstlenme ehliyetidir.

Sorumluluk, bir insanın davranışlarının sonuçlarını üstlenmesi demektir. Sorumluluk sahibi insanlar, üstendiği görevlerde elinden gelenin en iyisini yapmaya ve gönüllü olarak hesap vermeye hazır insanlardır.

Sorumluluk üstlenmek ve üstlenilen sorumluluğun hesabını vermek, insanın içinde yaşadığı kültürden öğrendiği bir davranıştır.  Malesef bizim toplumumuz, sorumluluk üstlenmeyi ve bu sorumluluğa ilişkin hesap vermeyi, kültür haline getirebilmiş bir toplum değildir.

Doğaldır ki bu durum, toplumun her katmanında olduğu gibi, kamu yönetiminde görev alan yöneticiler için de geçerlidir.

Değerli Dostlarım,

"Sorumluluk" kavramı ile beraber anılan ve bu olgunun sonucu olarak ortaya çıkan bir kavram daha vardır ki, o da "hesap verme" kavramıdır.

Görev ve sorumluluk yüklenen her bireyin, aynı zamanda hesap verme yükümlülüğünün de olması gerekir. Yani, her insan yaptıklarının ve yapmadıklarının sebep ve sonuçlarını açıklayabilmelidir. Bu yükümlülük, hayatımızın her anı ve alanı için geçerlidir. Zaten insan, başıboş olarak yaratılmış bir varlık değildir.

Bu hakikate işaret eden Yüce Allah, Kıyame Süresinin 36. ayetinde:

"Yoksa insan başıboş bırakılacağını mı zanneder?" demektedir.

Yine İbrahim Süresinin 51. Ayetinde:

"Allah herkese kazandığının karşılığını vermek için (onları diriltecektir.) Kuşkusuz Allah, hesabı çabuk görendir." denilerek, herkesin bu dünyadaki amellerinden hesaba çekileceği belirtilmektedir.

Değerli Okurlarım,

Hesap vermek, sadece ahirete ilişkin bir kavram değildir. İnsanların dünyada da hesap verebilir olmaları gerekmektedir. Bizim kültürümüzde, “hesap verme” sanki “sorguya çekilme” gibi yanlış bir şekilde anlaşılmaktadır. Oysa hesap vermek, “sorgulanmak” değil, bir yöneticinin kendisine verilen yetkiyi en doğru şekilde kullandığını kanıtlaması demektir.

Özellikle de kamudaki idarecilerin, almış oldukları kararlar ve yapmış oldukları icraatlar sebebiyle hesap verebilir olmaları zaruridir. Çünkü, kamu idarecileri, işgal ettikleri makamların temsil ettiği kurum ya da işletmelerin sahipleri değil, emanetçileridirler.

Abdullah b. Ömer (ra)'in naklettiği bir hadiste Allah Rasûlu şöyle buyurdular:

"Hepiniz çobansınız ve hepiniz elinizin altındakilerden sorumlusunuz. Yönetici bir çobandır; erkek, aile halkının çobanıdır; kadın, kocasının evi ve çocukları için çobandır."

Yönetici, onuruyla, haysiyetiyle, birikimiyle, kişiliğiyle, öz güveniyle koltuğuna güç vermelidir. Gücün kaynağı koltuk değil, koltuğa oturan olmalıdır.

Seçim ya da atama ile göreve gelip, kendisine  emanet edilen bir gücü ve yetkiyi kullanan hiçbir yönetici, “ben çok dürüstüm” diyerek hesap verme sorumluluğundan kaçamaz. Bu hesap, kanunların çizdiği çerçeve içerisinde ya dünyada, ya vicdanlarda, ya da ahiretteki büyük mahkemede mutlaka verilecektir. Çünkü bu kişiler, feodal toplumlardaki krallar ya da özel kesimdeki patronlar gibi, yönettikleri ülkelerin veya kurumların sahipleri olmadıklarından, üstlendikleri görevlerin ayrılmaz bir parçası olarak hesap vermek zorundadırlar.

Unutulmamalıdır ki, hesap verebilen bir yönetici, kendisine olan güveni ve bağlılığı daha da artıran bir yönetici konumuna yükselir.

Hesap verme sorumluluğundan kaçınan, hatalarını kabul etmeyen, suçu sürekli başkalarına ya da dış faktörlere yükleyen bir yönetici ve liderin itibarı, zaman içerisinde yok olma akibetinden kurtulamaz.

Sevgili Dostlarım,

Şimdiye kadar anlatılanlara baktığımızda, yöneticilik ve liderliğin ne denli zor ve mesuliyet gerektiren bir iş olduğunu anlıyoruz. Bütün bu gerçeklere rağmen, gerek cehaletleri ve gerekse dünyalık menfaatleri sebebiyle, hiç te layık olmadıkları makam ve mevkilere talip olanlara ne demeli?

Oysa ki yöneticilik, "Ateşten gömlek giymek" diye tarif edilir. Bununla ilgili olarak Hz. Ömer (r.a) Efendimize ait bir kıssayı hatırlamakta fayda var:

Hz. Ömer, kendisinden sonra kimin halife olması konusunda etrafındakilerle istişare ettiği sırada, orada bulunanlardan biri Hz. Ömer’e, oğlunu halife olarak bırakmasını tavsiye eder. Bunun üzerine Hz. Ömer, “Bir evde bir kişi yandı, başka kimse yanmasın.” diye cevap verir.

Çünkü, adalet timsali Hz. Ömer için idarecilik, yan gelip yatma işi değil, mesuliyet gerektiren ateşten bir gömlektir.

Değerli Okurlarım,

Yöneticilik, adaletli olmayı gerektirir. Adil olmayan bir yönetici kul hakkına girmiş olur ve hem kendisinin hem de yönetimi altında bulunanların helakine sebep olur. Bu nedenle, yöneticilerin seçimi hususunda kılı kırk yarmak gerekir.

Peygamberimiz kul hakkı konusunda çok titizdi. Ölümüne yakın zamanda, insanları toplayarak şöyle demiştir:

“Ey insanlar, kimin sırtına kamçı vurmuşsam, işte sırtım gelsin vursun; kimin bende alacağı varsa, işte malım gelsin alsın. Bana en yakın olan dostum, burada benden hakkını isteyen veya gönül hoşnutluğuyla helal edendir. Ben Rabbime yüz akıyla kavuşmayı umuyorum.”

Peygamberimiz bile ölmeden önce insanlarla hesaplaşmış ve helalleşmişse, şimdiki idarecilerin hesaplarını nasıl vereceklerini düşünmek bile insanı dehşete düşürüyor.

Allah hepimizi hesabını hem dünyada, hem de ahirette verebilenlerden eylesin.

Esen kalın dostlarım... 

ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.