Takip Et
  • 11 Ekim 2018, Perşembe

GÖNÜL COĞRAFYAMIZIN İNSANLARI...

Değerli Okurlarım,

Yurt dışında olmam ve işlerimin yoğunluğu sebebiyle geçen hafta maalesef beraber olamamıştık, bir hafta aradan sonra nihayet beraberiz. Bu hafta sizlerle gene yurt dışından, ülkemizden  mesafe olarak uzak, fakat kalben yakın olan yerlerden bazı gözlemlerimi aktarmak istiyorum.

Şunu diyebilirim ki, geçen hafta yaşadığım bazı hadiseler gerçekten yüreğimi sızlatan cinstendi. Gördüklerim ve duyduklarım sonucunda bir kez daha anladım ki, Türkiye çok büyük ve lider bir ülke; yeter ki kim olduğumuzu bilelim, aslımıza dönelim.

Bu sene Üsküp'e üçüncü defa gitmek nasip oldu. Her gidişimde, ilk fırsatta Eski Çarşı ya da (çok sevdiğim diğer adıyla) Türk Çarşısı denilen yere gider ve adeta geçmişe yolculuk yaparım. Çarşıda yapılan her gezinti, Süleymaniye'nin ara sokaklarında, Fatih'te, Üsküdar'da ya da Bursa'nın taş sokaklarında geziniyormuş hissi verir insana. Eğer siz oradayken namaz vakti girmişse, zamana inat ayakta kalan Osmanlı eseri camilerin minarelerinden yükselen ezan sesleri sizi Allah'a çağırır. Yedisinden yetmişine kadar, şadırvanda abdest alan insanların namaza yetişmek için tatlı telaşlarına şahit olursunuz. Tıpkı Osmanlı zamanındaki gibi, dükkanının kapısına sadece bir sandalye ya da basit bir obje koyup cemaate yetişmek için koşuşturan çarşı esnafını görüp şükredersiniz.

Bu çarşıda dükkanlar Osmanlı, Camiler Osmanlı, adetler Osmanlı, insanlar Osmanlı; kısacası bu çarşıda zaman ve mekan Osmanlı...

Kaldığımız otel hem Türk Büyükelçiliğine, hem de Türk Çarşısına çok yakındı. Bir akşam vakti, birlikte olduğumuz arkadaşlarla çarşıya gezmeye çıktık. Beraberimizde çok özel bir dostumuz ve Makedonya Anayasa Mahkemesi üyesi Salih Murat vardı. Bu defa onun rehberliğinde çarşıyı arşınlamaya başladık. Her geçtiğimiz sokakta adeta tarihe yolculuk yapıyor ve o günleri özlemle yad ediyorduk; şurası eskiden hamamdı, şurası bir zenginin evi, şurası tekke vs. Bir esnafın dükkanın önünden geçerken, isminin İrfan Murat olduğunu öğrendiğimiz güler yüzlü bir zat bizi çay içmek üzere dükkanına davet etti. Biz de tabi ki severek kabul ettik. Hemen tabureler ayarlandı ve yandaki çay ocağından sıcak çaylarımız geldi. Kısa bir tanışma faslından sonra sözü İrfan Murat aldı. Yedi yaşından beri bu çarşıda bulunuyormuş. Yani o çarşıda geçmiş ömrü ve çarşının eski halini de, yeni halini de en iyi bilenlerdenmiş. Konuşurken gözleri gülüyor ve heyecanını gizleyemiyordu. Sanki uzun süreden beri görmediği dostlarını görmüş gibiydi. Dilinden dökülen sözlerden duygulanmamak mümkün değildi. Bize aynen şunları anlattı:

"Uzun yıllar Osmanlıların yaşadığı bu çarşı, Komünist Tito yönetimindeki Yugoslavya zamanında garip kaldı. O zamanlar biz Türke Türkler bize hasretti. Çarşıya tek tük gelen Türklerin peşine takılır ve Türkiye'de ne var ne yok diye onlardan bilgi almaya çalışırdık. Yugoslavya yıkılıp Makedonya Cumhuriyeti kurulunca baskı ortadan kalktı ve buraya gelen Türk sayısında artış oldu. Ama gene de eski havayı yakalayamamıştık buralarda. Türkiye'den kırk yılda bir gelen devlet adamları önce Türk Büyükelçiliği ziyaret eder, sonra da buradaki Türk gruplarıyla kısa bir görüşme yapar ve arkalarını döner giderlerdi. Doğrusu bu durum bize çok dokunurdu. Çünkü biz Osmanlı zamanında hep beraber yaşamıştık ve Osmanlı yönetimi bizi Türklerden hiç ayırmamıştı. Aynı camide yan yana saf tutar, beraberce yaşardık buralarda; ayrımız gayrımız yoktu yani. Bu nedenle Türk Devlet adamlarının bu tavırları bizi çok üzerdi. Bu durum uzun süre böyle devam etti; ta ki Recep Tayyip Erdoğan gelinceye kadar. O gelince her şey değişti; TİKA (Türk İşbirliği ve Kalkınma Ajansı) ile pek çok eser yeniden inşa edildi, restorasyonlar yapıldı ve bu yerlerde vakıflar ve dernekler hizmet vermeye başladı. Burada bir de Üniversite kuruldu ve Türkiye'den bir sürü öğrenci bu üniversiteye gelip öğrenim görmeye başladı. Her gün yüzlerce Türk artık bu çarşıda dolaşıyor ve onlarla sohbetler edip hasret gideriyoruz.

Bütün bunlar bizi son derece mutlu etmesine rağmen, asıl mutluluk veren şey, bizim de liderimiz olan, Tayyip Erdoğan'ın tavrıydı. Erdoğan buraya ilk geldiğinde, önceki devlet adamlarından farklı olarak, sadece Türklerle beraber olmadı. "Gönül coğrafyamın insanları" dediği bütün Müslümanları topladı ve onlarla konuştu. Bizimle yakından ilgilendi ve dertlerimizi kendi derdi bildi. İşte o günden sonra buralarda biz daha güçlü, daha başımız dik ve daha mutluyuz. Allah bizim ömrümüzden alsın Ona versin. Bütün varlığım Ona feda olsun. Bir gün buraya gelir ve şu dükkanımdan içeriye adımını atarsa, artık ölsem de gam yemem"

Değerli Dostlarım,

İrfan Murat'ın anlattıkları bazılarımız için hikaye gibi gelebilir. Çünkü biz onların yaşadıklarını yaşamadık, tarihin hiçbir döneminde esaret altında kalmadık. Herşeyi hazır bulduk; tıpkı dinimiz gibi, vatanımız gibi, namusumuz gibi. Atalarımızın uğruna mücadele verdikleri değerleri ise maalesef hor kullandık ve israf ettik.

Hatta daha da ileri gidip kendimizi küçümsedik ve hep başkalarını yücelttik.

Bütün bunları görünce de insanın aklına ister istemez rahmetli Mehmet Akif'in şu sözleri geliyor;

"Allah bu millete bir daha İstiklal Marşı yazdırmasın"

Çünkü durumumuz, maalesef aynen Şair Hayali‘nin şu sözlerinde dediği gibi:

"O mahiler ki derya içredür, deryayı bilmezler..."

Yani;

"O balıklar ki denizin içindedirler, denizi bilmezler..."

Esen kalın sevgili okurlarım... 

ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.