Takip Et
  • 11 Şubat 2021, Perşembe

BOĞAZİÇİ ÜNİVERSİTESİ GERÇEĞİ...

Malumunuz olduğu üzere, Prof. Dr. Melih Bulu'nun Cumhurbaşkanı tarafından Boğaziçi Üniversitesi'ne rektör olarak atanmasıyla birlikte nurtopu gibi bir gündem maddemiz oldu. Söz konusu atamaya bazı çevrelerce anında tepki gösterildi ve Boğaziçi Üniversitesi kampüsü ilginç protesto gösterilerine sahne oldu. İlginç dememin sebebi, kendilerine Boğaziçi Direnişçileri adı veren protestocuların kahir ekseriyetinin öğrenci olmadığının, öğrenci olanların ise Boğaziçi Üniversitesi'nde kayıtlarının bulunmadığının ortaya çıkmasıydı. Protestocular arasında Lgbt'lilerin de yer almış olması ise manidardı.

Öte yandan, Boğaziçindeki gösterilerde toplumun kanına dokunan çirkinlikler de yaşandı. Mesela Müslümanların kutsallarına küfredildi, Kabe ayaklar altına alındı ve lgbtlilerce bir sürü ahlaksızlıklık sergilendi. Bütün bunlar yetmiyormuş hibi, protestocular gibi düşünmeyen ve onlara destek olmayanlar tek tek fişlendi...

Daha sonraki günlerde ise, Boğaziçi Kampüsü dışında ve bazı illerde de küçük çaplı birtakım gösteri ve olaylar cereyan etti. İşin ilginç yanı, bu atamaya ilişkin olarak Yunanistandan, Fransa'dan ve hatta ABD'den bile seslerin gelmesiydi. Söz konusu atamaya tepki gösterenlerin kimler olduğuna ve göstericilerin açtıkları "Mesele Boğaziçi değil, hala anlamadın mı" pankartına bakınca, durum oldukça net anlaşılıyor aslında...

Adı geçen atamaya öğrenciler haricinde karşı çıkanların bir kısmı olağan muhaliflerdi ve onlar zaten herkesçe malumdu. Fakat azınlıkta kalan bir kısım daha vardı ki, hükümet yanlısı ve muhafazakar görüşte olmalarına rağmen, onlar Cumhurbaşkanının yanlış yaptığını ve ülkeyi boşu boşuna gerdiğini düşünüyorlardı. Onlara göre, başka adam mı yoktu da, daha 6 ay önce Haliç Üniversitesine rektör olan biri Boğaziçine rektör olarak atanmıştı. Yine onlara göre, Boğaziçi Üniversitelilerin istediği bir adam rektör olarak atansaydı ne olurdu yani?

Ne yalan söyleyeyim, ilk günlerde ben de ikinci gruptakiler gibi düşünüyordum. Daha sonra konuyu derinlemesine araştırıp olayın perde arkasını öğrendiğimde ise, yapılan atamanın ne kadar isabetli olduğunu farkettim.

Söz konusu atamayla, bizim sadece bir üniversite zannettiğimiz Boğaziçinin yıllardır süregelen kültürüne ve ayrıcalıklı yapısına müdahale edildiği anlaşılıyordu. Yapılan atama yasal olsa da, Boğaziçi Kültürüne ve teamülüne aykırıydı. Bir başka deyişle, Melih BULU'nun atamasıyla arının yuvasına çomak sokulmuştu...

Peki, "Boğaziçi Kültürü" olarak adlandırılan bu ayrıcalıklı yapı neydi?

Boğaziçi kültürü denilen şey, ülkemizdeki başka üniversitelerde görülmeyen türden bir serbestlik ve özgürlük havasıdır. Bu özgürlük ilk başta insanı cezbediyor ve “ne iyi, keşke bütün üniversiteler böyle olsa” dedirtiyor. Ama bir süre sonra bu özgürlük havasının yapmacık, yani suni olduğunu farkediyorsunuz.

Boğaziçi tipi özgürlükte, geçmişine sövebilirsin, "Ermeniler haklı, biz katil bir milletiz" diyebilirsin, gay ya da lezbiyenliği savunabilirsin, hatta "velev ki ibneyiz bile" diyebilirsin. Ama “Filistin’de, Arakan'da ya da Dünyanın başka bir yerinde Müslümanlara zulmediliyor" diyemezsin. Yani, Boğaziçi kültürünün sunduğu özgürlükte Batıda hakim olan kültüre aykırı olacak şeyler söylemediğin sürece herşeyi söyleyebilirsin. Bu tip özgürlük, senin kendi toplumunla ve kültürünle yabancılaşmana müsaade ederken, batının kokuşmuş kültürüne karşı olmana ise asla müsade etmemektedir. Eğer bu kültüre aykırı söylem ya da eylemde bulunacak olursan hemen sesini keserler, seni görmezden gelirler, öğrenci ya da akademik olarak bazı planların varsa onları suya düşürürler...

Ben Boğaziçinde okumadım, dolayısıyla bu söylediklerimi nerden çıkardığımı düşünebilirsiniz. Bu söylediklerim bizzat Boğaziçinden mezun olan ve oradaki yapıyı çok iyi bilen tarihçi ve yazar İbrahim Tatlı'dan ve başka kaynaklardan edindiğim bilgilere dayanmaktadır.

Tatlı'ya göre, Boğaziçi'nin uluslararası ilişkiler bölümünden dışişlerine giren çok olur. Genelde sosyal bilimlerdeki öğrenciler Soros’çu bir kafayla yetiştirilir. Oradan devşirilen öğrenciler hocalar tarafından tesbit edilip, Soros’un diğer ülkelerdeki okullarına Erasmus gibi imkanlarla gönderilir ve akademisyen olmaları için önleri açılır. Bu kişiler daha sonra değişik üniversitelerde, yahut Boğaziçi’nde istihdam edilirler. Yani, geleceğin devşirme devşirenleri olarak yetiştirilirler. Özellikle felsefe, sosyoloji ve tarih bölümü çok sağlam şekilde Soros’a çalışır ve bu durum gizli saklı da değildir. Öğrenciler Açık Toplum Vakfı’na gidip gelirler. Orada kendini göstererek lisans üstü eğitim için seçilir ve hazırlanırlar. Hani FETÖ’de “müsbet” teşhisi var ya, onlar da “müsbet” öğrencileri seçerler. Açık Toplum Vakfı, Boğaziçi Üniversitesi’ndeki akademisyenlere, yüksek lisans ve doktora öğrencilerine, çalıştırmaları gereken konular hakkında direktifler verir. Hocalar da öğrencileri kendi belirledikleri konularda çalıştırırlar, elde edilen bilgiler de Soros’a gider. Soros da ilerde kaşıyacağı noktaları, karıştıracağı yerleri tesbit eder. Yani, Boğaziçi bir anlamda toplum mühendisliği için kullanılan bir üniversitedir...

İşte sırf bu yapısı nedeniyle, Boğaziçinde milliyetçi ya da muhafazakar akademisyenlerin yeri yoktur. Boğaziçinde barındırılmayan akademisyenlerden biri ise Mim Kemal ÖKE'dir.

Mim Kemal ÖKE, Boğaziçi Üniversitesinin üniversiteye dönüşmeden önceki hali olan Robert Kolej’den mezun ve çok iyi yetişmiş aristokrat bir ailenin çocuğuydu. O, belki de Türkiye’de İngilizceyi en iyi bilen yirmi kişiden biriydi ve engin bir memleket ve dünya bilgisi, hayat tecrübesi vardı. Buna rağmen, sırf muhafazakar olduğu için, “Seni aramızda istemiyoruz” denilerek malum yapı tarafından Boğaziçi Üniversitesinden uzaklaştırdı. Türkiye’de 35 yaşında en genç profesör unvanını alan Öke, kendisine namaz odası tahsis edilen Cambridge Üniversitesi’nden sonra döndüğü ülkesinde, namaz kıldığı için bir üniversiyeden dışlanmış ve 1,5 sene işsiz kalmıştır...

İşte bütün bu gerçekler ışığında, aslında Melih Bulu’nun rektörlüğüne yapılan itirazın Boğaziçi Üniversitesi dışından gelmesine değil, muhafazakar olmasına, daha doğrusu Boğaziçi Kültürüne uygun düşmemesine olduğu açıktır.

Liyakat mı? Kimin umurunda...

Evvelce diğer üniversitelere dışarıdan yapılan tayinlere ses çıkarmayanların şimdi kazan kaldırmaları, “Boğaziçi ayrı bir cumhuriyet mi” sorusunu haklı olarak akıllara getiriyor...

Son söz;

Kendilerini başkalarından çok farklı ve üstün görenlerden “Boğaziçi Kültürü”ne aykırı bir ses beklemek, gerçekten çok büyük safdillik olur...

Esen Kalın... 

ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.