Takip Et

ÇIĞLIK

Yazmak kendi içsel devrimini gerçekleştirmektir. Harflerle kocaman bir çığlık atarak hayata meydan okumaktır.

Bir hastane odasında 100 yaşlı bedenle kaldığım geçmiş sürecimde, en azı 70 yaşında olan bu insanların yüzündeki her çizgiden yaşam serüvenleri hakkında kendimce çıkarımlarda bulunurdum. Aslında tüm o güne kadar yaşadıklarının manasız kaldığını yaptığım sohbetlerden anlıyordum. Onlar için hayat o hastane odasında anlamını yitiriyordu. Onca yıl yapılan her eylem, her söz, her sevinç, her öfke, her iyilik, her kötülük kendini tüketmiş ve o hasta yatağında yaşlı bedeninde sadece hayat mücadelesine dönüşerek, anda yükselen bir isyan çığlığına dönüşmüştü.

Hepimizin kendine has bir çığlık atma yöntemi var. Ben yazarak bunu yapıyorum, marangoz ağacı yontarak, bilim insanı laboratuvarda yeni buluşlara imza atarak, müzisyen notalara can vererek, ressam resim yaparak, terzi rengarenk kumaşları kesip, biçip dikerek, adaletsizliğe uğradığını düşünenler meydanlara çıkıp slogan atarak, siyasetçi savurduğu yalanların ardından ölümü beklediği yaşlı kalbinde vicdanının ızdırabıyla can vererek vs...

Çığlık, en çok bir resim ile özdeşleşmiş durumda. BudaNorveçli dışavurumcu ressam Edvard Munch tarafından 1893 tarihinde yapılan ÇIĞLIK isimli tablo. Tahmin ediyorum ki pek çok kişi bu resim ile farklı alanlarda, farklı anlatımlarla karşılaşmıştır. Şu da benim nazarımda tartışmasız bir gerçektir ki; hayatın zorluklarına, acılarına, haksızlıklarına, engellerine, şaşırtan her olmaz denilen, isyan ettiren olayına karşı insanın verdiği tepkiyi, ruh halini yansıtan muhteşem bir eserdir Çığlık.

Ressamın, kendisinden daha ünlü olan, sanat tarihinde de Mona Lisa’dan sonra ikinci sırada yer aldığı söylenen bu önemli tabloya ilişkin günlüğünde yer aldığı bilinen paylaşımını okuduğumda çok etkilendiğimi itiraf etmeliyim. Bu paylaşım şöyle: “İki arkadaşımla yolda yürüyordum; güneş battı, bir melankoli dalgasına kapıldım. Birden gökyüzü kıpkızıl bir renk aldı. Durup parmaklıklara yaslandım. Alev alev gökyüzü, mavi fiyordun ve şehrin üstünde kan ve kılıç gibi sarkıyordu. Arkadaşlarım yola devam etti; ben ise büyük bir endişeyle öylece duruyor ve doğada sonsuz bir çığlığı hissediyordum sanki.”

En büyük istilacı olan insan kendi cinsine ve doğaya hunharca davranıp ızdıraplı çığlıklara sebep olmuş, oluyor ve olacak... Benim asıl merak ettiğim Tanrının çığlığı ne ola ki? Her şeyi yoktan vareden, iyi/kötü diye tabir edilen her şeyde yaratıcılık vasfıyla kendinden bir parça bulunan Tanrı’nın çığlığı insan olmasın sakın. Bence mümkün. Müthiş bir deha ile her bir hücresinde tüm yaşam kodunu ihtiva eden , düşünen, hisseden, yaratım gücü olan böylesine şahane bir tasarım bence Tanrı’nın çığlığı olmalı. Neden mii? Çünkü meleklere dahi secde ettirilen insan, bence varlık amacını aşarak yasak elmayı ısırıp cennetten kovulup ölümlü bir yaşamla dünya denen gezegene sürülüyor, aslına ermek için. Dolayısıyla Tanrı tüm güzellikleriyle nurundan varettiği ölümsüz insanı, cennetten dünyaya üstelik ölümlü olarak göndererek yaşadığı hayal kırıklığı sebebiyle ızdıraplı bir çığlık atmıştır bence. Tabiki bu yazdıklarım mizansenden ibaret. Lakin, hangimiz günümüz dünyasında yaşayan insanlara (kendimiz de dahil) ve bu insanların yaşattıklarına bakıp ızdıraplı çığlıklar atmıyoruz ki....

“Boğuşan devler var uzak bir yerde,

Kanlı hiddetidir bu ses onların.

Yarın bir gül açar bu bahçelerde,

Belki son çığlığı boğulanların.

Ahmet Hamdi Tanpınar” 

ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.