
Bu hafta ‘Basından Hayatlar’ röportajımıza, henüz 8 yaşındayken gazetecilikle tanışan Aydın Büyükşehir Gazeteciler Cemiyeti Genel Sekreteri Erman Çetin konuk oldu.
Çetin, dizgicilikten dağıtıma, muhabirlikten reklam pazarlamaya kadar her işle uğraşmış. Arkadaşları parkta oynarken o, köylerde haber peşinde koşmuş. Babasıyla birlikte yıllarca çalışmış. Daha sonra jenerasyon çatışması yüzünden kendi işini yapmaya karar vermiş. Gazetecilikten yine vazgeçemeyen Çetin, aldığı eğitimlerden sonra İnternet gazeteciliğine yönelmiş. İnsanların 'Yapamazsın, başaramazsın' uyarılarına aldırış etmeden Aydın Post’u kurmuş. Birçok zorluğu aşarak Aydın Post’u iyi bir yerlere getirmeyi başarmış. Yerel gazeteler üzerine konuştuğumuz bu röportajımızda Aydın’ı, Erman Çetin’in hayatını ve anılarını bulacaksınız.
RÖPORTAJ: ÖZGE SÖNMEZ
- Erman Çetin kimdir?
Çine’de doğdum büyüdüm. 34 yaşındayım. Oğlak burcuyum. Herkesin bildiği klasik Çinelilerden olduğumu düşünmüyorum.(Gülüyor) Atatürk İlköğretim Okulu'nda ve süper lisede okudum. Halen üniversite eğitimime devam ediyor, çalışma ekonomisi bölümünde okuyorum. Aydın Post’un imtiyaz sahibi ve genel yayın yönetmeniyim. Gazetecilik baba mesleğimdir. Biz de bu sayede gazeteci olduk.
- Gazeteciliğe başlama öykünüzü alalım?
Gazeteciliğe başlamamda en büyük etken babamdı. Babam Çine’de gazetecilik adına bir şeyler yapmaya çalışan bir kişi olarak benim ilham kaynağım olmuştu. 7-8 yaşlarında arkadaşlarımda oyun oynamak yerine gazeteye gidip gazete tasarlamak daha çok hoşuma gidiyordu.
- Çekirdekten yetiştiniz diyebilir miyiz?
Sekiz yaşlarında gazete tasarlayıp babamla haberlere gidiyordum. Ayrıca bunlarla yetinmeyip baskısından dağıtımına kadar zamanım çoğunu buralarda harcıyordum. Bu arada teknolojiye aşırı bir ilgim vardı. Ofisteki bilgisayarı sürekli kurcalardım. Teknoloji o zamanlar lükstü. (Gülüyor) Teknolojiye olan merakım sayesinde en genç bilgi işlem yönetmeni oldum.
- Nasıl oldu bu, anlatır mısınız?
Dediğim gibi her şey teknoloji sayesinde oldu. O dönemde babam Hürriyet gazetesine fotoğraf göndermek için büyük çile çekiyordu. Fotoğrafı İzmir otobüsüne ya da İstanbul otobüsüne vermesi gerekiyordu. Bunun için saatlerce otobüs beklerdi. Daha sonra şoförü ikna etmeye çalışırdı. Bunun gibi birçok şey yaşıyordu. Bu işin böyle olmayacağını düşündüm ve bir program aracılığıyla fotoğrafları Hürriyet Gazetesi’ne geçmeyi başardım. Hürriyet Foto Servisi’nin başında Ali ağabey diye bir büyüğümüz vardı. Çok şaşırmıştı, ‘Nasıl gönderdin, nasıl başardın’ diye sorular sormuştu. O program için 3 sene peşimden koşmuşlardı.
- Bu olay sizi en genç bilgi işlem yönetmeni yaptı değil mi?
Evet. Türkiye’de de Türkçe versiyon çıkartan New Corners diye bir gazete, bu olaydan sonra Milliyet gazetesiyle beraber geldiler. Bilgisayar başında tıfıl halimin bir fotoğrafını çektiler, haberimi yaptılar. (Gülüyor)
- Teknoloji konusunda birilerinden yardım almış mıydınız?
Teknoloji konusunda kimse beni yönlendirmedi. Kimseden yardım aldığımı hatırlamıyorum. Her şeyi merakım sayesinde çözdüm. Çok küçük yaşlarda bilgisayarla ilgili ya da herhangi bir teknolojik aksamada önce bana başvururlardı. Bu arada çeşitli teknoloji dergileri ve makaleler okudum. Okuduklarımı pratikte uygulayabilmek için çok uğraştım. O zamanlar internet için bir altyapı yoktu. İstanbul’dan kısa süreli internet paketleri satın aldırırdım. 10 dakika benim için 10 saat gibiydi. İnternete girip araştırmalar yapardım. Merak ettiğim konular hakkında bilgi sahibi olurdum. İşin açıkçası bu alana çok para harcadım.
- Merakınız sorunlara da yol açıyor muydu?
Babam, sünnet davetiyelerimizi fotoğraflı bastırmak istiyordu. Ben bilgisayarı kurcalarken bozdum. Bu yüzden babamın istediği gibi bir davetiye olmadı. Resimlerin arkasına davetiye basıldı. Babamın hayali bu değildi ve çok üzülmüştü. Yapacağı Çine’de ilk olacaktı. Merakım her şeyi mahvetmişti. (Gülüyor)
KENDİMİ TAŞ DEVRİNDE HİSSETTİM
- Küçüklüğünüze ait anılarınızı bizimle paylaşır mısınız?
‘Genç Haber’ diye bir köşem vardı. Orada öğrencilerin şiirlerini ve mektuplarını yazardım. Unutamayacağım anılardan bir tanesi Fenerbahçe’nin Muğla kampıydı. İlk dijital fotoğraf makinesini orada gördüm. Özel lenslerin kullandığı kocaman fotoğraf makineleriydi… Bir çocuk için ne kadar ilginçti. Orada basın tribüne oturdum fakat onların makineleri karşısında kendi makinemi çıkarmaya utandım. 'Ne yapsam' diye kara kara düşündüğüm vakitler geçirmiştim. Kendimi taş devrinde kalmış gibi hissettim ve dayanamayıp o makinelerin fiyatını sordum. O zamanın parasıyla 3 buçuk milyar istediler. O zaman o para o kadar kıymetliydi ki. Taksitle bile alabileceğimi düşünemedim. O olay içimi ezmişti.
Time Dergisinin Atatürk’le ilgili bir anketi vardı. Bu anket internetten yapılıyordu. Bu anket için okulda bilgisayar başına beni oturttular. Yaşadığım olaylar özgüvenimin gelişmesine katkı sağlıyordu.
YAŞITLARI PARKTAYKEN O HABERDE
- Başka unutamadığınız anılarınız oldu mu?
Mesleğin öyle zor anları oldu ki… Babamın yaptığı bir haberden dolayı evimize haciz gelmişti ve o gün yılbaşıydı. O yılbaşında televizyon izleyemedik. Annem bizi erkenden yatırmıştı. Sabah öğretmenimiz ne yaptığımızı sorunca ben yalan söylemek zorunda kalmıştım.
Bakan İsmet Sezgin Çine’ye gelmişti. Kısa pantolonlu halimle onun programını takip ettim. Ufak tefek olduğum için korumaların arasından kolaylıkla sıyrılıp geçtim. (Gülüyor) Oturduğum yer İsmet Sezgin’in tam karşısıydı. Beni görünce ‘Kim bu çocuk’ dedi. Sadettin Çetin’in oğlu olduğumu, gazetecilik yaptığımı söyledim. Küçük olduğum için beni sevdiler. Hoşuma gitti.(Gülüyor) ‘Bakın beni burada yok saymayın’ diye bir duruş sergiledim.
Ortaokulda yaptığım haberler sayesinde spor salonun temizlenmesini sağladım. Lisede de bir haberim yüzünden hakkımda soruşturma açıldı. Disipline sevk edildim, uzaklaştırma aldım. Bu durumu İl Milli Eğitim Müdürlüğü’ne bildirdim. Hemen okul yönetimiyle görüşüp hakkımdaki yanlış anlaşılmayı ortadan kaldırdılar.
-Eğitimler aldınız mı?
Gazetecilik üzerine birçok eğitim aldım ve bu yolda birçok para harcadım. Şurada eğitim var dediklerinde koşa koşa gittim. İstanbul’da bu işin zirvesindeki insanlarla tanışıp işi onlardan öğrenmiş bir insanım. Bu işin alaylısıyım fakat her zaman kendimi güncelledim. Yaptığım şeyin en iyisini yapmaya çalıştım. Kahvaltı hazırlıyorsam en iyisini hazırlayacağım ya da bir kasap dükkanı işletiyorsam en iyisini yapacağım. Bu biraz da benim karakterimden kaynaklanan bir durum.
PAHA BİÇİLMEZ MUTLULUK
- Bu durum biraz da kendinize inanmakla alakalı sanırım?
Bu konu hakkında bir anımı paylaşmak istiyorum. 2002 yılında Aydın’ın kurtuluş yıl dönümünde özel bir sayı çıkaracaktık. Yeni Ufuk gazetesini 24 sayfa çıkarmaya karar verdik. İnsanlar inanmıyordu. 20 bin adet basacaktık. İnsanlardan reklam aldım ve 'Gazeteyi beğenmezseniz, paranızı geri ödeyeceğim' diye de garanti verdim. Bu benim için büyük bir riskti. İnsanların ‘Yapamazsınız’ sözüne rağmen gazeteleri arabadan indirirken yaşadığım mutluluğa paha biçilemez. İlk defa 7 Eylül haftasında bir gazete renkli baskı çıkmıştı ve ondan sonra ‘bismillah’ dedik başladık. Yaptığınız işte kendinize inanacaksınız ve dürüst olacaksınız. Yapmış olmak için yapmayacaksınız. Bana göre hayatta iki renk var, biri siyah biri beyaz. Belirsizlikler insanı mahveder. Bu yüzden zamanı doğru kullanmak gerekiyor.
- Gazetecilik yaparken karşılaştığınız zorluklardan biraz bahseder misiniz?
Yeni Ufuk gazetemizin Çine’den sonra Aydın’da yayın hayatına devam etmesi gerektiğine inandık. Aydın’da ofisimizi tuttuk fakat ofiste ne bir telefon ne de bir masa vardı. Gazeteyi tanıyan yoktu. Gazetemizi tanıtmak durumundaydık ve çok meşakkatli olan bu sektörde ayakta durmayı başardık. Gündüzleri gazete pazarlayan bir personel gibi çalıştım. Akşamları da dizgi işiyle uğraştım.
Hiç unutmam bir takım elbisem vardı. Ona gözüm gibi bakardım. İş anlamında kullanabileceğim belki de tek takım elbisemdi. Ofise döndüğümde onu çıkartır askıya asardım. Çünkü ertesi gün tekrar o elbiseyle insanların karşısına çıkacaktım, kırışmaması gerekiyordu.(Gülüyor)
- Reklam pazarlama nasıldı?
Aydın’da reklam için gittiğim yerlerden çok kovuldum. İnsanların benimle olan meselelerinden dolayı değil, benden önce yerel medyanın reklam pazarlama konusunda ciddi hataları olduğu için kovuldum. Bu yüzden insanlar güven problemi yaşıyordu. Gazeteden geldiğimi söylediğimde ‘Biz reklam falan istemiyoruz, dışarıya çık’ diyen insanlarla çok karşılaştım. Ama ben yılmadım. Adnan Menderes Bulvarı üzerindeki bütün dükkanlara girip sohbet ettim. Hiç gocunmadım, yüksünmedim.
- Gazetecilik sizin için ne ifade ediyor?
Gazetecilik haber yapmaktan ibaret değildir. Gazeteci topluma faydalı olmalıdır. Fikirleriyle yaşantılarıyla, çektiği bir fotoğrafla bir şeyler katmalıdır. Gazetecilik bir fikir alanı, fikirleriniz iyiyse yaşıyorsunuz. Fikirleriniz iyi değilse emin olun yok olup gidersiniz. Bizim işimizi ben Formula pilotunun yaptığı işe benzetiyorum. Binlerce insan tarafından takip edilen bir mecrayız. Onu kontrol altında tutmamız gerekiyor. Tıpkı Formula pilotları gibi. Hızlanırsanız kaza yaparsınız. Geçtiğimiz günlerde Nazilli’de bazı arkadaşlarımız haber için ambulans şoförünü takip ettiler. Haber son derece yanlıştı. Ambulansı bu şekilde takip edebilirsiniz, fakat şoförü tahrik etmek gazetecilik değildir.
- Hayaliniz gazetecilik miydi?
Yabancı dile olan merakımdan dolayı süper liseyi tercih ettim. İngilizce öğrenmek çok hoşuma gitmişti. Hayalim Uluslararası İlişkiler okumaktı. Fakat İngilizce öğretmenimle anlaşamayınca 'eşit ağırlık' bölümünü seçtim. Belki de hayatımın dönüm noktalarından bir tanesiydi. Çünkü dilde çok başarılıydım, o alanda ilerleyebilirdim.
“KAYBEDEN BEN OLACAKTIM”
- Küçük yaşlarda işin içine girmeniz sizi daha çabuk büyütmüş olmalı?
Küçük yaşlarda iş hayatına atılınca biraz farklı öğrencilik hayatı yaşadım. Okul hayatım boyunca okula hep takım elbiseyle gittim. Okula öğretmenler kapısından giriş çıkış yaptım. Arkadaşlarımla oturup konuştuğumu hatırlamam. Hep öğretmenlerimle sohbet ederdim. Lisede okul bandosunda görev almıştım. Takımda bir ciddiyetsizlik görünce birkaç kişiyi çıkardım. Öğretmenim bütün sorumluluğu bana vermişti. Sıfırdan bir takım kurdum. İyi bir iş çıkartmıştım. Bu olaydan sonra okul bana cephe aldı. Öğretmenim bir konuşma için beni görevlendirmişti. Konuşma yapmaya başlayınca herkes çıkıp gitti fakat ben son cümlesine kadar okumaya devam ettim. Okumayı yarıda kesseydim kaybeden ben olacaktım.
- Aydın Post’tan bahseder misiniz?
Babam gelenekçiydi, ben ise daha teknolojik... Aramızda böyle bir jenerasyon çatışması yaşanınca 'Ya bana yetki ver ya da yolumdan çekil' dedim. İkisini de yapmayınca ben de kendi yolumu çizmeye karar verdim. Yeni Ufuk gazetesinden ayrılınca iki ay işsiz dolaştım. Bir internet sitesi kurmaya karar verdim. En büyük ilham kaynağım da Haber Türk’ün kurucusu olmuştur. Onunla bir toplantıda karşılaştım. Bana neler yapmam gerektiğini söyledi ve böylelikle Aydın Post doğdu. İnsanlara bu işe gireceğimi söylediğimde ‘girme batarsın’ dediler. Bana batarsın diyenler şimdi Aydın Post’un müptelası. (Gülüyor)
- Aydın’da ilk misiniz?
İnternet gazeteciliğinde amiral gemi biz olduk. Bunu yaparken çok zorlu yollardan geçtik. Biz bugün insanların haber için başvurduğu sitelerin başında geliyoruz.
“YAZILI BASIN GÜN GEÇTİKÇE KAN KAYBEDİYOR”
- Yazılı basına geçmek ister miydiniz?
Yazılı basın gün geçtikçe kan kaybediyor. Bu da rüzgara karşı hareket etmek gerektiğini doğuruluyor. Aydın Post dediğimizde insanların kafasında bir internet gazetesi var. Bu yüzden bu algıyı başka bir yöne çekmek istemiyoruz. Yazılı basın bize göre değil zaten, bilginin çok hızlı tüketildiği bir çağda yaşıyoruz. Evlere gazetelerin girmediği bir çağdayız ve bugün herkesin elinde bir akıllı telefon var. İnsanlar akıllı telefonlar sayesinde haberlere daha çabuk ulaşabiliyor. Bu söylediklerim yanlış anlaşılmasın, tabii ki de gazetelere ihtiyaç var fakat bizim işimiz internet gazeteciliğidir.
- Aydın’da gazetecilik adına bir dayanışma var mı?
Biz gazeteciler olarak bir dayanışma sergileyemiyoruz. Birbirimize sahip çıkmıyoruz. Hakkımda açılmış davalar var. Kimse gelip sormaz fakat bir Can Dündar’a dava açıldığında birlik ve beraberlik gösterilir. Bunları örnek vermek için söylüyorum. Biz Bakkallar Odası'nın gösterdiği dayanışmayı gösteremezsek bu sektör ölür. Bu arada Aydın gazeteleri için çok mücadele etmişimdir. Halkımızın yerel gazeteleri okuması için gittiğim her yere gazete götürdüm. Kahveciden çay verdiğinde karşılık olarak gazeteyi verdim. Zorla bir yerlerde gazete olmasını sağladım.
-Yerel gazeteleri değerlendirir misiniz?
Her gazete sahibinin ilk önce, kendi gazetesini satın alıp almayacağını kendisine sorması gerekiyor. Aydın’da bir basın dinamizmi var fakat iyi şeyler ortaya koymamız gerekiyor. Gazeteler bazen bülten haberciliği yapıyor. İnsanlar niye bülten gazeteciliğinin yapıldığı bir gazeteyi satın alsın? Sektör temsilcileri bunu sorgulayacak. Bu tür bültenler gazeteciliği gerçek amacını baltalar. Özel çalışmalar ortaya koymamız gerekiyor. Ayrıca aile şirketlerine de değinmek istiyorum. Aile şirketlerinin özel eğitimlere tabi tutulması gerekiyor. Aydın’da bu tüm sektörler için geçerli ve bunların desteğe ihtiyacı var. Aydın gazetelerine destek verilmeli, fakat bu sözde kalmamalıdır. Bu söylem yetmez. Okuyacak, okurken gösterecek.
“AYDIN’IN HAYALİ YOK”
-Aydın için neler söylersiniz?
Aydın çok verimli topraklara sahip fakat bu değerlendirilmiyor. Maalesef Aydın yatırımlarını kaçıran bir şehir. İnsanlar bugün halk kütüphanesi yerine bir kitapçıya gitmeyi tercih ediyorlarsa, halk kütüphanesinin sorumluları bunu gözden geçirecekler. Masa, sandalye mi sorun, çözülecek. Bu şehri yöneten insanları bir günden bir güne kütüphanede görmüyorsanız toplumu da göremezsiniz. Bizim köy ziyaretlerimiz oluyor. İnsanlara mikrofonu uzatıyoruz, görüyoruz ki bu memleketin hayali kalmamış. Okumuyor, araştırmıyor. Bir araya gelemiyorlar. Aşırı benciller, kolektif çalışma yeteneklerini kaybetmişler. Hayali olsa bu insanlar bunu yapmaz. Biz yıllarca Menderes Nehri’nin kirliliğini konuşuruz fakat kimse adım atmaz. Diğer illerle makas büyümüş. Tüm kurumların, sektörlerin silkinip kendisine gelmesi gerekiyor.
- Hedefleriniz var mı?
Aydın için bir şeyler yapmak isteyen, kendini geliştirmek isteyen herkesi bekliyoruz. Onları yetiştirmek hedefindeyim. Biz birilerinin maşası değiliz. Biz halkın yararını düşünerek haber yapıyoruz.
- Neler öğütlersiniz?
İletişim fakültelerinden mezun arkadaşlarımız haber yazmakta sıkıntı yaşıyor. Sorun neyse bunun çözülmesi gerekiyor. İnsan mesleğini sevmeden mutlu yaşayamaz, bu yüzden bu mesleği sevmeyen insanlar gazetecilikten uzak dursun. Fedakarlık isteyen noktaları çok fazladır. Bunu bilip ona göre başlamalılar.
ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.