AyFm 100.5
  • 31 Mayıs 2016, Salı 15:30

Ecevit sayesinde zengin oldular

Aydın’a Yön Verenler Röportaj dizisinin bu seferki konuğu, Sur Çelik Kapı’nın sahibi ASTAŞ'ın Yönetim Kurulu Başkanı Yalçın Pekgüzel. Siyaseten de Aydınlıların yakından tanığı Pekgüzel, ailesini, kendisini, iş ve siyasi yaşamını anlattı.

(FOTOĞRAFLAR İÇİN TIKLAYIN)

Eğitimli, zeki, çalışkan bir mühendis, başarılı bir şirket yöneticisi olan Pekgüzel, sağcı bir aile olmalarına karşın, zenginliklerini solcu başbakan Bülent Ecevit’e borçlu olduklarını söyledi. Cumartesi gününe kadar sürecek olan dizide Pekgüzel’i daha yakından tanıyacak, ondan çok şey öğrenecek ve geldiği noktanın tesadüf olmadığını düşüneceksiniz. Tıpkı benim gibi...

RÖPORTAJ: EMİN AYDIN

Sizi daha yakından tanıyabilir miyiz?

Köken olarak annemim dedesi Çineli, babamın dedesi Kale Tavaslı’dır. Ama annemin annesi o da kaleTavaslı, yani dörtte üç kaleTavaslı, dörtte bir Çineli’yiz.

Bizimkiler, 1940'lı yıllarda Çine'ye gelmişler. Geliş amaçları oradaki imkânsızlıklardan dolayı olmuş. Fakir insanlarmış , kaletavas dağ başında imkanları kısıtlı bir yermiş. Dedem Mehmet Salih Pekgüzel kaleTavas'ta sıcak demircilik yaparmış. Orada çıraklık yapmış daha sonra usta olmuş. Çocukları alıp Çine'ye yerleşmiş. Dedem hatta ilk Aydın'a geldiğinde Hacı Emin Özalp'in dükkânına gidiyor. Hacı Emin Amca (Emin Özalp), dedeme ‘sen Çine'ye git mehmet salih Çine'de bu meslekte boşluk var' diyor.

Fakirlikten dedemler Devamlı biber kızartması yapar, bir sürü çocuk aynı sinide yerlermiş. Babamlar 6 kardeş fakir bir aile, yoklukla yetişmişler. En büyükleri Zehra Halam, Hidayet Zengin ile evlenmiş, onun küçüğü babam Süleyman Pekgüzel, Raziye Halam Kemal Örnekci ile evlendi. Sami Pekgüzel ve İsmail Pekgüzel amcalarım rahmetli oldular. En küçükleri Mehmet Ali Pekgüzel, kan bağımız var, ama fiilen benim için yok hükmünde.(gülüyor) Dedemler Çine'ye geliyorlar ve 1965'li yıllara kadar sıcak demircilik yapıyorlar. Babam, amcam soğuk demircilik dükkânı açıyorlar. O zaman için kapı pencere plastikten değil de çelik profillerden yapılıyor .Ondan öncesinde t den profiller var. Eskiden bir de perçinle kaynak yaparlarmış. o imkansızlıklarda demirden kapı pencere yapmışlar.

Bizim sur çelik kapının internet sitesinde çelik kapıyı 1950'lerde yaptığımızı diyoruz ya yalan değil yani. Bizimkiler çelik kapı öncesi yapı profilleri imalatı ve kapı pencere yapmışlar yıllarca. Tarihimizde var yani. Kimisi çelik kapı 50'li yıllarda ne alaka diye soruyor , babamız, amcamız ve dedemiz bu işleri 1950 li yıllarda başlamış. Babamla amcam Sami bey , 1983'lere kadar beraber iş yapmışlar. 1974 yılında amcam Sami Pekgüzel ile babam Aydın'a gelmişler. Babam aynı zaman kamyonculuk da yaparmış. Biz fakir bir ailedeydik, ama Allah'a şükür yokluk da görmedik. Babam kamyonculuk yaparken, ereğliden saç taşırmış. O dönemde tanıştığı bir saç tüccarı bey, babama ''Bu saç işinin ticaretini yapsana'' diyor. Babam aynı zamanda doğrama işi de yapıyordu. O adam, babama bir ışık vermiş. Amcamla sermaye birikimi yapıyorlar. 1974 yılında para yok. O günün parası 2 bin liraya bir makina alıyorlar. Halk Bankası'ndan kredi çekiyorlar. O zamanlar babamlar Adalet partili Demirelciler, ama bedavadan vermiyorlar tabii krediyi ipotek ettiriyorlar bazı şeylerini. Sadece kredi çekerken kolaylık sağlanıyor. Kamuran İzer diye bir ağabeyimiz var. Onun babası da Halk Bankası’nda üst düzey yöneticiydi. Onlar yardımcı oluyorlar. Ali Dinçer bizim ailemiz için önemli biridir. O da Süleyman Demirel ile hukuku olan biridir. Tiyatrocu Yalçın ağabeyin babası olur. Hayatta şans ve nasip çok önemli. O dönem aile olarak hep sağ kökenli siyasi görüşümüz olsa da ilk paramızı Bülent Ecevit sayesinde kazandık.

Nasıl?

Ecevit'in koruma duvarlı ekonomik sisteminde o zaman ki Erdemir Ereğli Demir Çelik Fabrikası Türkiye'deki tekel bir firma, oradaki ürünleri kapasite raporu olan imalatçıya veriyorlar. Dışarı tüccara mal verilmiyordu. Bizimkilerde makinelerinden dolayı Kapasite raporu vardı. 2 bin tonluk hakları var, malı fabrikadan alırken 25 liraya alıyorduk, 100 liraya satoyorduk.Kanuni iştir, ama bu sistemden bizimkiler de çok para kazanmışlar. Bizim ailemize ekonomi olarak ciddi katkısı olmuştur. Şansımız da yaver gitmiş. Bizimkiler eğitimli değil sonuçta. Kusura bakmayın da bir liralık şeyi 4 liraya satarsan zengin olursun tabii profesör olmaya gerek yok. (gülüyor) Bizimkiler de devletin açtığı bir zafiyetten çok para kazanmışlar. Hukuksuz bir şey yok. Devletin imalatçıya sunduğu teşvikten faydalanıyorlar. Bu durum, serbest piyasa için uygun bir sistem değil, ama devletin koruma duvarlı sistemi işte. 1980'li yıllara kadar ekonomik olarak çok ciddi birikimler yapıyorlar. Biz fakir bir aile olduğumuz için o kazanılan paralar bizim için çiddi bir sermaye olmuş. Tabii paran olunca ailenin ufku açılıyor, vizyonu genişliyor, gezmen yemen, içmen değişiyor ve görgün artıyor. Babalar gördükçe bizim de eğitimimiz doğal olarak gelişiyor. Aydın'a yerleşmemiz bizim ailemizin ufkunu çok açmıştır. Keşke o gün için İstanbul'a yerleşseydik, o da ayrı bir konudur.

Annemin babası Çineli. Ebbeş Mehmet, Çine'nin tanınmış ailelerinden. Manavcılık yaparmış. Annemin resmiyette adı Fadime, ama annemler evlenince babamın babası dedem sana Hadiye diyeceğim demiş, öyle kalmış. Biz dört kardeşiz. En büyükleri benim, benim küçüğüm Ziraat Mühendisi Şefika Hanım, bizim şirketin satın almasını yapar. O konuda tek yetkilidir, en son imzayı o atar. Bütün pazarlığını Şefika yapmak zorundadır. Şefika'nın küçüğü, Tacettin Bey şirketin finansıyla ilgileniyor, aynı zamanda denetleme ve müfettişliğini yapıyor. En küçük kardeşim Hüseyin bey , otel mobilyası markamız olan HPM'nin başında.

-‘’BABAM TERÖRİST OLACAĞIMDAN KORKTU’’

Eğitiminiz?

Ben 1967 yılında Çine de dünyaya geldim. İlkokulu Atatürk İlköğretim’de okudum. Orta birinci sınıfı da Çine Lisesi’nde okudum. o dönem 1980 öncesi terör olayları yaygınlaşmıştı. Kötü bir durumdaydı ortamlar, o dönemde babamlar Aydın'a taşınmıştı. O olaylar zamanında okullarda grev ve ayaklanmalar oluyordu. Çine Lisesinde de bayağı olmuştu böyle durumlar. Ben de duvarlara yazı yazmıştım. Allah rahmet eylesin Mehmet Sözen müdürümüz, favorilerimden tutup havaya kaldırmıştı hiç unutmuyorum.(gülüyor) O da annemin teyzekızıyla evli, kendi evladı gibi dövüyordu sağ olsun(gülüyor). Sonra da babam terörist olacağım zannetti herhalde, beni İzmir Fatih Koleji’ne gönderdi. Orta iki ve üçüncü sınıfı orada yatılı okudum. Orta üçüncü sınıfta bütün idealim İzmir Atatürk Lisesi’ne gitmekti. Bizim dönemimizin en favori okuluydu o zamanlar. O ara ihtilal oldu. Biz bir albay ayarladık Atatürk Lisesi’ne girmek için. 80 ihtilalinde patron askerdi. Biz okulu ayarlayacağız diye gittik. Hasan Yimez abimiz var, Gürcistan’da şimdi. Bir albay emeklisi ağabeyimiz var yanımızda, okul öncesi hasan abinin bir tanıdığına uğradık . Bir adam geldi yanımıza, kendisi sanat okulu öğretmeni olan bey babamın kafasını karıştırdı. “Orada ne iş yapacak, Aydın'da sanat okuluna ver” dedi. Biz Atatürk lisesine gitmeden Aydın'a geri döndük. O arada da sanat okullarının sınavları bitmiş, babam 'Ben bir yere gitmem artık' dedi. Aydın Lisesi'ne yazdırdı beni. Aydın Lisesi'nde okumaktan gurur duydum ama böyle bir plansız bir kararla Aydın liseli oldum.Aydın Lisesinde okuduktan sonra İstanbul Teknik Üniversitesi'ne bağlı Sakarya Makina Mühendisliğini kazandım. Üniversitede okulu 4 yılda bitiren 7 kişiden biriydim. Babam benim yurt dışına gitmemi istiyordu, yabancı dil bileyim, master yapayım istiyordu. Okulu bitirir bitirmez 2 ay sonra Londra’ya gittim. 1989 yılıydı ben gittiğimde, 91'e kadar orada kaldım. 3 aylığına gittim aslında, orada bir arkadaşla tanıştım. Orada öğrenciler genelde parttime okul sonrası çalışıyorlardı, ben hayatım boyunca hiç çalışmamıştım. Sonra bulaşıkçılık yapmaya başladım bir pizzacıda. Hiç para kazanmamıştım ozamana kadar , para kazanmak tatlı geldi. O zaman için saatlik bir buçuk pound kazanıyordum. 1.8 pound sigaranın paketiydi. Sigarayı da o yüzden bırakmıştım. Parası ağır gelmişti. Garsonluk yaptım, Londra'nın en merkezi yerinde 21 yaşında menajerlik yapmaya başladım. 30 kişinin çalıştığı bir yerde onların amirliğini yaptım. 3 bin paund da para alıyordum. 30 yıl orada yaşayan adam o parayı alamıyordu. Bunların hepsi bana vizyon kazandırdı, görgü kazandırdı, özgüven kazandırdı. Ben şunu öğrendim, çalışıyorsan, inanıyorsan o işi severek yapıyorsan oluyor. Tabii şans önemli. Bunların hepsi birer unsur, ama hep şansı beklersen olmuyor. Biraz da mücadele ve sevgiyi sunmak lazım.

Geri dönüşünüz nasıl oldu?

1991 yılının sonunda geri döndüm. Şanslıydım, 1992'de kısa dönem askere gittim, Kuveyt çıkarması oldu. 8 ay bayağı zor şartlarda askerlik yaptık. Bizim birlikler hep sınırlara gidince günde 8 saat nöbet tuttuk. Askerden geldikten sonra 4 ay geçmedi babam trafik kazası sonucu rahmetli oldu. Ben 23 yaşında babamı kaybettim ve bütün ailemin sorumluluğu üzerime kaldı. Babam namuslu, ahlaklı çok temiz bir adamdı. Aydın sanayisinde onu tanıyan herkes bunu söyler. Kul hakkını gözeten, asla faize bulaşmayan ,alışverişinde faiz yazmayan bir adamdı. Babam vefat ettikten sonra üç dört ay devam ettik aynı işimize, baktık ki bu iş ogünkü yüksek enflasyonlarda faiz işletmeden yapmak mümkün değildi. Babam da alışverişte faize karşı çok disiplinli bir adamdı. Bize de bu konu da hep telkinde bulunurdu. 'Kul hakkı yemeyin, faizle iş yapmayın' derdi. Baktık ki bu işin sonu faizciliğe gidiyor, çünkü onu yapmazsan bu iş yürümüyordu. Ben o işte gelecek görmedim. Babamla yarı yarıya ortaktık o dükkânda. Babam beni motive etmek için kendi şirketine ortak etmişti. Yoksa sermaye koymuşluğum, bir şey kazandığım yoktu. Mühendis olmuş, gaza gelsin, işine sahip çıksın, oraya buraya gitmesin düşüncesi niyeti ile ortak etmişti beni. Tabii benim hakkım olmadığını bildiğim için babam öldüğü gün tasfiye ettim o şirketi.

Babam, 23 Kasım 1992'de öldü. Ben de bir buçuk ay sonra ASTAŞ'ın şirketini kurdum. Firmamız SÜYA adi ortaklıktı, şirket değildi. Ben onu tasfiye ederek yerine SÜYA Limited Şirketi’ni kurdum. Bu şirkette annem ve dört kardeşime eşit hisse verdim. 25 senedir hala aynı şirket ve hepimiz eşit hisseye sahibiz. Bizim 4 şirketimiz var, ama esas lokomotif şirketimiz bu şirkettir. O şirket üç, revizyondan geçti. SÜYA Limited şirketinden sonra, ASTAŞ AŞ’ye döndü. Kökü aynı, fark etmiyor. Babam ölünce o gün için Sultanhisar'da ASTAŞ Emaye diye firma vardı. Esas ASTAŞ markasının başlangıcı da orasıdır. Celal Ergeç ağabeyim o firmanın sahibiydi.Bizim onunla yaptığımız başka işlerimiz de vardı. İşleri bozuldu. Bir emaye küvet fabrikası vardı. Firmasında çok miktarda  bin tonluk presleri vardı ,hurda şeklinde tasfiye ediyordu. Bankalar, icralar üzerindeydi. O gün için büyük bir para harcadık. Bir anda sac tüccarlığını bıraktık, çünkü büyümeyecek bir işti. küvet işi makinaları çok kıymetliydi. Tonajları yüksekti, ama iş durağan hale gelmiş bir işti, piyasası azalmıştı. Emaye küvet işi o gün için bir dönüşüm yaşıyordu. Mermerit denilen polyesterden küvet çıktı. Çok küçük yatırımlarla çok daha modern görüntülü ürün yapılabiliyordu. Biz bu işten bir iki sene çok ekmek yedik, ama bizim küvet işi dönüşüm olunca mecburen polyesterden küveti de yaptık. O dönem o presler çok kıymetli ama iş iyi değildi. İş değişikliği yaparak bu presleri çelik kapı presleri yaptık. Amerika'dan çelik kapılar geliyordu. Dünyada bilinen önemli markalardı bunlar. Poliüretanlı büyük tonajlı preslerle basılan bir kapı sistemi. Türkiye’de de o zamanlar tek parça çelik kapı üretimi yoktu. Elimde makina parkı var bu işe uygun. 5 ay mücadele ettim. O emaye küvet presleri döndürdüm kapı presleri yaptım. Sermaye de o dönemler için çok yeterli değildi. Bizim o dönem beceriksizliğimiz de oldu. Krediden anlamıyoruz, bankadan anlamıyoruz. Babam da zamanında kredi çekmiş, ama iş tutunca 2 senelik krediyi 3 ayda ödemişti.O kadar çok para kazanmışlar. Bir daha da hiç krediyle  işleri olmamış. Biz de aynı şekilde yetiştiğimiz için korkak, ürkek davranıyorduk. O dönem küvet işinden dönüşüm yapınca ASTAŞ olarak bir marka haline geldik. Kapıda dönüşümle müthiş bir marka olduk. Markanın gücü de vardı. Aydın halkının da yerel marka diye çok destekleri oldu. Biz Aydın'a özel fiyat veriyorduk. Ulusalda da yeni bir ürün olunca işimiz tuttu. Türkiye’de ilk yapan bizdik monoblok çelik kapıyı. 8-10 sene de bu işi yaptık.

-‘’DÜNYADA İLKİZ’’

Dünyada da monoblok kaplamalı kapıyı yapan ilk firmayız. Bizden sonra kopyacılarımız oldu yapıyorlar artık. Bu anlamda dünya çapında da çok yenilikler yaptık. Çelik kapıda marka olduk ve büyüdük. Kardeşlerim için  de çelik kapı işi uygun bir iş oldu. Ölçeği büyüdü, işin markasınçok önemlidir. Bizimkinin karı az olabilir, ama sesi yükseldi. Ailemizi tatmin etti. O gün için 20 kişiyle çalışırken, şuanda 350-400 çalışanımız var Türkiye ölçeğinde. Kendimize göre sektörde başarılı olduğumuza inanıyoruz. Bu süreçte hep ARGE’cilik yaptık. Bu kapsamda hep dünyayı gezdim. İyi İngilizce bilmemim fırsatlarını hep değerlendirdim. Yurt dışındaki bütün fuarlara katıldım, kendimi sürekli yeniledim. Türkiye’de bu sektörde kendimde bir markayım, şirkette bir marka. Sur Çelik Kapı ve Yalçın Pekgüzel Türkiye'nin öncüsüdür. Hangi çelik kapıcıyı sorarsanız sorun .Türkiye'deki en yenilikçi firma kim, kime saygı duyarsınız diye sorun, bizim firmamızı söylerler. İçinde bir kıskançlık, fesatlık, kuyruk acısı yoksa böyle söylerler.

Bir çelik kapı fuarında bizim genel müdürümüz Sur çelik kapı genel müdürü olduğunu söyleyince rakiplerimiz olan firmalar kendisine  nereye oturtacaklarını bilememişler , çok gururlanmıştık. Rakip olarak görmüyorlar, bir saygınlığımız var bu sektörde. ASTAŞ'ı ulusalda bilmezler. Sur olarak biliniriz. DEVAM EDECEK

ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.