
Hüseyin Aksu ile röportajımızın ikinci bölümünde, siyasete giriş sürecini, belediye başkan adayı oluşunu, aday olduktan sonra seçilme sürecini ve seçilince karşılaştıklarını konuştuk.
Ön seçim sürecinde efsane bir çalışma yaptığını söyleyen Aksu, “Delegenin evinde 1-2 saat uyuyor, uyanıp başka bir delegenin evine gidiyor, ertesi gün efsane oluyordum. Bir de rakı masası ve rakı muhabbetleri de var” dedi. Aksu, belediyenin yüklü borçlarını bir anda nasıl sıfırladığını da anlattı.
RÖPORTAJ: EMİN AYDIN
- Siyasete girme sürecinizde neler oldu?
Çok zor oldu. Türkiye’deki siyasi yapı, kendine göre ideolojiler geliştirmiş. Bu ideolojilerin hepsi sakat. Ne ‘Milliyetçiyim’ diyen parti gerçek anlamda milliyetçiliği temsil ediyor, ne ‘Atatürkçüyüm’ diyen kanat gerçek anlamda Atatürk’ün vizyonunu temsil ediyor, ne de dine, inanca dayalı, muhafazakarlığın biraz ötesinde olduğunu söyleyenler onu temsil ediyor. Üçünde de açmazlar var. ‘Kürtleri temsil ediyorum’ diye sonradan çıkan parti de Kürtleri temsil etmiyor. Herkes bir şeyin arkasına sığınıp toplumsal güç elde etmeye, kitleleşmeye çalışıyor. Bu ortamda, ‘Şu benim aklıma çok uyuyor’ diyerek siyasi partilere gitmek çok uygun değil. Aklı olan insanın, aklına uyacak bir siyasi yelpaze yok. Menfaat arıyorsan, biri yakındır, gider, menfaatini kovalarsın. 1993 yılında kafamda ‘Nereye gitsek?’ sorusu oluştu. ODTÜ’lü ve sosyal kökenli olduğumuz için, işçinin tuvaletini temizlemiş bir patron olarak insan sevgisini de ön planda tutarak CHP’ye girmeyi düşündüm. O zaman CHP’nin ileri gelenlerinden rahmetli Tunç Aytur, benim avukatım. O zaman Denizli’nin muhteşem belediye başkanı olan Ali Marım, Söke’nin belediye başkanı Mehmet Semerci, o zaman ünlü bir belediye başkanı, rahmetli Yalçın Ata Aydın’da gazeteciliğin piri, o da CHP tandanslıdır. Herkese danışacağım. Yalçın’ın Ses Gazetesi’nde de köşe yazıyorum aynı zamanda. Ayrı ayrı görüştüm ama hepsinin söylediği aynıydı. ‘Patron sen bizim partiye gelme’ niye? ‘Bizim parti senin gibi komploduru içine sindiremez. Sen sermayesin, iş adamasın’ dediler. ‘Yaptıklarımıza bir bakın, ben üç kağıtçı, çimento çalan bir müteahhit değilim, yapmayın, etmeyin, benim hocalığım da var’ dedim ama anlatamadım. O zamanki Turtay Otel’de CHP İl Başkanı Tunç Aytur ile oturuyoruz, ‘Abi gelme, bizde yıpranırsın’ dedi. Ali Marım ve herkes aynı şeyi söyledi. En son Yiğit Gülöksüz’e gittim.
“İLK ‘KAÇ PARA BAĞIŞLAYACAĞIMI’ SORDU”
O da baş danışmanlığını yaptığım TOKİ'nin başkanı, benim sayemde efsane bir başkandır. ‘Siyasi yelpazede CHP’de sizin yeriniz olmaz. Servetin çok. CHP’ye bak, senin gibi işadamı var mı?’ dedi. Ne yapacağımızı düşünüyoruz. O zaman Doğru Yol Partisi ile Anavatan Partisi var. Turgut Özal’ın misyonuna zaten çok yakınım. Çok da destek verdik, modeller kurduk. Dört eğilimli olan Anavatan Partisi’nin sol kanadına girmeye karar verdik. Mimar Zafer Esi, Anavatan Partisi kurulduğundan itibaren Aydın Merkez İlçe Başkanı, partiye gireceğimi söyledim. ‘Abi ne demek, şeref verirsin. Kaç para bağışlayacaksın?’ dedi. ‘Bağışı bırak, ben belediye başkanı olacağım’ dedim. ‘Abi, o zaman git. Çünkü önümüzdeki seçimde belediye başkanı adayı benim’ dedi. Yıl 1993, 1994’te seçim var. Tüm kapıları kapadı. ‘Önce girecek, üyelik, delegelik, otobüs ittireceksin, öyle tepeden inme belediye başkanlığı verirler mi adama?’ dedi. ‘Hizmet etmeye geleceğim, fedakarlık yapacağım, malımı, mülkümü ortaya koyacağım’ dediysem de dinletemedim. Adam onu koltuk olarak bakıyor ve kendisinin hak ettiğini düşünüyor. Üye kaydımı yapmadı. Ankara’ya gittim, Mesut Yılmaz o zaman partinin başına geçmiş, randevu istedim, alamadım. Manisa Milletvekili Ekrem Pakdemirli o zaman partide ikinci adam, eniştem vasıtasıyla ondan randevu aldım, gittim, hikayemi anlattım. O da güldü, ‘Siz iyice safmışsınız. İnsan belediye başkanı olacağını söyleyerek kapıyı çalar mı? Kovalamadıklarına şükredin’ dedi. ‘Siyasete ilk adımı atarken, yalanla, dolanla mı gireceğiz, niyetimizi belli edemeyecek miyiz?’ diye sordum. ‘Böyle siyaset’ dedi. ‘Ne yapacağız şimdi?’ dedim. ‘Git işine gücüne bak’ dedi. ‘İşime gücüme bakmayacağım. Belli kararlar veriyorum. Tesadüfen gelmiyorum. Arkamdaki mal varlığına bakın’ dedim. O zaman Türkiye’de dolar milyarderi yok. Ben dolar milyarderliğine yaklaşmışım. 300 küsur milyon dolar servetim var. 4 bin mukayyet olamadığım tapum var. Memlekete hizmet etmeye karar veriyorum. Bir partinin kapısına gidiyorum, ‘aman sen gelme’ öbürü ‘sen komplodursun’ diyor. Ekrem Pakdemirli’ye ‘Ön seçim diye bir şey var. Tüzüğü okudum. Siz ilçe başkanınızla konuşsanız, ön seçim yapmak şartıyla üye olarak beni alır mı?’ dedim. ‘Bak o olabilir ama ön seçimde senin şansın yok ki. Bak gene saflık ediyorsun, ön seçimde oy kullanacakların hepsini bu adam kaydetmiştir, hepsi onun adamıdır, senin hiç bir şansın yok’ dedi. ‘Sayın Bakan, siz kapıyı kapattınız, geriye sadece anahtarın deliği kaldı, ben oradan geçmek zorundayım’ dedim. Zafer’e açtı telefonu, o da biraz bağış yapsın gibilerinden söylendi.
“RAKI İÇMEK ÖNEMLİYDİ”
O zaman Kuşadası’nda bir yazlık parası bağışladık. Aday olursam partiye iki yazlık parası daha vereceğimi vaat ettim. Yazlık parası diyorum çünkü o günkü rakamları söylesem şimdi bir şey anlaşılmaz. AK Site diye bir site vardı, 100 daire, 50’si bana kalmıştı. Oradan yazlık satıyor, siyasete harcıyoruz. Sonuçta kabul ettiler. Ben bilim adamı mantığı ile bir önseçim nasıl kazanılır projesi hazırladım. Üye bazında ön seçim yapılacak, Anavatan Partisi’nin merkez ilçede de bin 800 kayıtlı üyesi var. Hepsiyle tek tek konuşmayı düşündük. ‘Herkes sana oy vereceğini söyler ama çaktırmadan karşı tarafa verir’ dediler. Üye listesini alamıyoruz, vermiyorlar. Zar zor el altından listeyi ele geçirdik. Seçime 9 ay var. 6 ay ön seçim süreci, 3 ay seçim süreci var. 6 ay boyunca hiç uyumadım. Ancak delegenin evinde uyuyorum. Dolaşıyoruz, saat 00.00 olmuş, Girne Mahallesi’nde bir delegenin evine gidiyor, kapıyı çalıyoruz. Elimizdeki bir paket çayı uzatıyor, ‘demleyin hadi çay içelim’ diyoruz. Proje anlatıyoruz, millet uykulu uykulu dinliyor. ‘Ben çok yoruldum, şurada bir saat uzanayım’ diyor, koltukta kıvrılıyorum. Ertesi gün efsane oluyorum. ‘Hüseyin Aksu gece 03.00’da geldi. Adam 4 gündür uyumamış, bizim evde bir saat uyudu, kalktı, oradan başka delegenin evine gitti’ diyorlar. Ondan sonra bir yemek fabrikası ile anlaştık. Bütün akşam yemek veriyoruz. O zamanlar siyasette rakı adeti vardı. Tayyip Bey’den sonra o biraz erozyona uğradı. ‘Rakı içmeyi bilmeyen adam, siyasetçi olamaz’ derlerdi. O da rahmetli Cevat Aldemir’den kalma bir darbımesel. Rakı masasında en güzel muhabbet Cevat Ağabey’de, o bir numara, herkes onu seviyor. Rakı masası muhabbeti olmayandan politikacı olmuyor. Hemen bir rakı projesi, her akşam bir mahallenin delegelerini davet ediyoruz, proje anlatıyoruz, bir taraftan rakı içiliyor. Ben lıkır lıkır rakı içiyor, ağzımı değdirip çaktırmadan yere döküyorum. 6-7 bardak rakıyı milletin gözünün önünde içiyorum. Not: 10 üzerinden 10 oluyor. ‘İyi içiyor be’ diyorlar, arkasından da, ‘arada bir sürü proje de anlatıyor’ diye ekliyorlar. Oradan da prim yapıyoruz. Ev ev dolaşıyoruz. Bunlar yeterli değil. Bir ekip kurduk, her 50 delegeyi bir kişi kontrol altına alıyor. Sorumlu olduğu delegelerin ağzını arıyor, gerçekten bizden yana mı, değil mi, test ediyor. Biz de çetele tutuyoruz. Üç kere kontrolden geçmiş, sağlam Aksucu, ‘Yaz oğlum, o oy bizim’ diyoruz. Bize vermeyecekse kime vereceklerini de tespit ediyoruz. 4 aday adayı var. Herkesin harcı olmayacak bir süreç yürüttük. Kitaplar, dokumanlar bastırdık. Bir taraftan Nevzat Biçer ile gündüz esnaf dolaşıyoruz. Anketler yapıyoruz. Ekim ayında, ön seçime ramak kala bizim ankette Doğruyol Partisi yüzde 38 çıkıyor, Anavatan Partisi yüzde 23 çıkıyor. 15 puan öndeler. Ön seçimi kazandıktan sonra bir de bu puan farkı ile uğraşacağız. Ön seçimde tahmin ettiğim oyu aldım. Bin 800 delegeden, bin civarında katılım oldu. 4 aday arasından 600 oy aldık, ezici bir üstünlükle aday olduk. Bizden sonraki aday oyumuzun yarısını bile alamadı. Merkez ilçe başkanı da öyleydi. Yüksel Yalova devrede, İlhami Ortekin devrede, onlar aleyhimize çalışıyorlar. İlhami Ortekin il başkanı, Zafer Esi ilçe başkanı, ‘Bu adam nereden çıktı’ diye aleyhimize çalışıyorlar. Ön seçim salonunu hazırlamışlar, genel merkezden bir genel başkan yardımcısı var, nezaret edecek ve üçkağıt yapacaklar. Ankette önde olduğumuzu görünce oyunla yıkacaklar.
“SALONU KAMERALARLA DONATTIK”
O sıra biz de AYTV’yi yeni kurduk. 8 kamera var. Bütün kameraları götürdük ön seçim salonunu içine kurduk. Herkes mercek altında. Kimse kıpırdayamıyor. Hesaplarını bozduk, ezici bir çoğunlukla aday olmayı hak ettik. Ondan sonra daha deli bir çalışma başladı. Seçime kadar inanılmaz bir performans ve her hafta bir puan yükseliyoruz. Seçime girdiğimiz hafta 32-32 başa başız ama öndeler. Sandıklar bir açıldı, 170 oy farkla biz seçimi kazandık. Doğruyol camiasında bir sükutu hayal, adayları Soner Çetin, adamların kaybetmek akılarının ucundan geçmiyor. Onlar da ön seçim yaptılar, Cevat Aldemir aday adayı oldu, Alaattin Hepduman aday adayı oldu, bir kişi daha vardı, bir de Soner Çetin oldu. Soner Çetin köklü bir sülale, delege tabanına da hakimlermiş, o kazandı. En zayıf adaydı aslında. Aydın’ın kaderini değiştiren de o oldu. Cevat Aldemir aday olsaydı, hiç bir şansım yoktu. O sıra Deniz Atay beni destekledi. Cevat Aldemir ile Alaattin Hepduman destekledi. Kendi partilerine ihanet ettiler. Buna rağmen 170 oy farkla kazabildik. Doğruyolcular delirdi. Seçim kuruluna itirazlar yapıldı. Bütün sandıklar yeniden sayılıyor, sabaha kadar başında bekliyor, uyumuyoruz. 172 oy farkla kazandığımız tescillendi, mazbatayı aldık, göreve başladık. Hiç kolay olmadı.
“BİR DOSYANIN İÇİNDEN CAMİYE YARDIM, DİĞERİNDEN PAVYON FATURASI ÇIKTI”
- Göreve geldiğinizde belediye ne durumdaydı?
Aydın Belediyesi, kasaba belediyelerimizden daha vahimdi. Türkiye’deki ortalama bir belediyenin çok gerisindeydi. Cevat Aldemir zaten bir gönül adamıydı. Hizmet adamı değildi. Hiç bir zaman bir taşı, diğerinin üzerine koyayım demezdi. Eski belediye binası, şimdi yerinden Burger King’ler yükseldi. Keşke yıkmasaydım da o Burger King yapılmasaydı. Basit bir makam odası, önünde bir sekreter, telsiz yok, bilgisayar hiç yok. Sekreterle makam arasındaki telefon işlemiyor, arızalı. Cevat Ağebey’in ihtiyacı yok ki, kapı açık, yolgeçen hanı gibi, isteyen giriyor. Su parası toplanmıyor, imar işleri darmadağın, rahmetli Nevzat Ağabey getirdi, 1986 yılında ODTÜ’de Aydın’a bir imar planı yaptık. O imar planını delik, deşik ettiler. O imar planını ben çizdim. AYKO’yu, Mimar Sinan’ı, Yedieylül Mahallesi’ni o zaman çizdik. 1986’dan 1994’e kadar 8 yıl planlarımızın hiç birini uygulamadılar. Boyuna belediye meclisinde iptal ediyorlar. Geniş yol kavramını belediye meclisi kabul etmiyor. 20-25 metrelik bulvarlar açmışım, ‘adamın tarlasının yarısı gidiyor’ diyorlar, 10 metreye indiriyorlar. Kurtuluş Mahallesi’nde bir tek kurtarabildiğim, Kıbrıs Caddesidir. Onun dışındaki bütün caddeler Kıbrıs Caddesi’nden daha da geniş olacaktı. Kıbrıs’ı 20’den 17’ye, diğerlerini de 8-10 metreye indirdiler. Şuanda Kurtuluş ve Güzelhisar Mahallesi, Mimarsinan Mahallesi gibi geniş geniş cadde ve sokakları olan kat yüksekliği 14-15 olan mahalle olacaktı. Maalesef onu uygulamadılar. Devraldığım belediyede 86’nın izleri bile yoktu. 138 milyar lira bütçe, 300 milyar lira borç var. 5 yıllığına seçilmişsin, 3 yılın gitmiş. Önce borçları kapatma kararı aldık. ‘Enkaz edebiyatı yapmayacağız. Geçmişin hesabını sormayacağız’ dedik. ‘Cevat Ağabey, iyi niyetli adamdır, suç işlemişse de biz örtelim’ diye düşündük. Cevat Ağabey, minibüs hattı dağıtmış, onun döneminde kuruldu hatlar, ben rotasyonlu sistemi kurdum. Makamının kenarında yığınla dosyalar duruyordu. Zabıtada değil, minibüs hattı rant ya, onlar kendi yedinde tutmuş. 300 küsur dosya var, arazide 140 minibüs var. Geri kalanını bekletiyor, seçim için söz vermiş. Eve götürdüm, tek tek inceliyorum dosyaları. Hangileri hak sahibi, hangileri değil. Encümen kararlarına bakıyorum. Hiç bir tanesi düzgün değil. Bir dosyayı açtım, Kemer Cami’ne yüklü bir bağış çıktı. ‘Allah razı olsun, boşa vermemiş’ dedim. İkinci dosyayı açtım, İstanbul’da bir pavyon faturası çıktı. Minibüs hattı karşılığı onu ödetmiş. Böyle bir belediye düşünün. Müdürlüklere bakıyorsunuz, kimse ne yaptığını bilmiyor. Doktor işi oldu, belediyenin sağlık işleri müdürünü sordum, ‘öyle bir müdürlük yok, belediye tabibi var’ dediler. 4 senedir de tabip yok. Sosyal işlerle, kültürle, eğitimle ilgili de kimse yok. Bir tek hesap işleri müdürü vardı.
BORÇLARI NASIL TEMİZLEDİ?
- Nasıl üstesinden geldiniz?
Önce yapılandırdık. Her işin başı kaynak yaratmak, parayı bulmaktır. Parayı bulamazsanız hiç bir şey yapamazsınız. Borçluysanız, önce borcu tasfiye edeceksiniz. Cevat Ağabey, 5 sene elektrik parası ödememiş. Belediyenin neredeyse bütçesinin yarısı kadar elektrik borcu var. Arıtma tesisi yapmış, İller Bankası’na onun borcu var. SSK ve vergi var. Ana borçlar belli, hepsi kamu borcu. Piyasaya da borçlar var. Çalışanlara da borç var. En büyük alacaklı TEDAŞ ile İller Bankasıydı. Önce TEDAŞ’ı çağırdım. ‘Bu borcu ancak arsa olarak ödeyebilirim. Ayrıca Meşrutiyet Mahallesi’nde son derece çevreye zarar veren direk deponuz var. Bunu da kaldıracaksınız’ dedim. TEDAŞ Müdürü Fikret Bey, ‘Başkan sen borcu ödeyeceğim diye çağırdın, bize ödev çıkarıyorsun, biz onu nereye koyacağız ki?’ dedi. Direk yığınlarının arasında her sene bir iki çocuk yaralanıyor, ölüm vakaları bile var. Şehrin tam ortası, Meşrutiyet Bulvarı’nın yanı. Şehitler parkının karşısı. ‘Bunu kaldıracağız. Apartman dairesinde koskoca işletmeyi yönetiyorsunuz, bu da yakışmıyor. Ben size bir proje çizdim. Arsanızı da veriyorum, buraya taşınacaksınız’ dedim. Şuan OSB’de bulunan yerlerini gösterdim. Projeyi çok beğendiler, arkası depo, önü hizmet binası. 7 bin 500 metrekare yer. ‘Arsayı vereceğim, binayı kendiniz yapacaksınız, taşınma da size ait, borcu sileceksiniz’ dedim. Al takke, ver külah, gittiler, geldiler. Genel Müdürlük ‘Binayı da belediye yapsın’ demiş. Çünkü bizim borcumuz, arsanın değerinin on katı kadar. Bir de proje ve fikir değeri de var. Telif söz konusu (Gülüyor) oldu. Binayı yapamayacağımızı, belediye iş makinaları ile destek olabileceğimizi, taşınmalarına yardım edebileceğimizi söyledim. Protokolü yaptık, elektrik borcu gitti. İller Bankası Genel Müdürü’ne gittik. Tanıdıklarını bulduk. 168 milyar borç çıkardı. Belediye bütçesinin bir buçuk katıdır. Dosyasını istedim. Arıtma Tesisisin ihale bedeli 18 milyar lira. 9 senede bitmiş, o zaman enflasyon yüzde 80, yüzde 100, her sene ikiye katlanıyor. Bittiğinde 168 milyar lirayı bulmuş. Borçlanmayı 18 milyar lira üzerinden yapmalarını istedim. İtiraz etti. Geldik, gittik, torpil bulduk vesaire derken 168 milyarı, 18 milyara düşürdük. Üstüne faizsiz 36 ay taksitlendirme yatık. Borç sıfırlandı gitti. Ana borçlardan kurtulduk, borçlar bitti. Bütçenin üç katı borçtan kurtulduk. DEVAM EDECEK
İlk havaalanını yaptı, TOKİ’yi o kurdu
ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.