Takip Et
  • 1 Mart 2016, Salı 14:30

İlk havaalanını yaptı, TOKİ’yi o kurdu

''Aydın’a Yön Verenler'' röportaj dizisinin bu haftaki ve beşinci konuğu Aydın Belediye eski Başkanı Hüseyin Aksu. Aksu ile zamanın su gibi aktığı bir sohbet, seminer gibi bir röportaj gerçekleştirdik. Her ne kadar soruları ben yöneltsem de röportaja Hüseyin Aksu yön verdi. Bugün, siyasete başlamasına kadar olan süreci aktarıyorum. Mesleki yönünü, bürokrat özelliğini ve iş yaşamını ele alacağız. Anlattığı her şey birbirinden değerli. TOKİ’nin fikir babası ve kurucusu olduğunu ilk kez duydum. Hüseyin Aksu, NASA’da görev yapmış, Türkiye’de, Türkler tarafından yapılan ilk havaalanının projesini hazırlamış, şantiye şefliği ile proje müdürlüğünü bir arada götürmüş başarılı bir mühendis. Kısa sürede büyük servet sahibi olmuş, kontrol edemediği bu servetten kurtulmak için siyasete girmiş bir toplum adamı. “Olmaz” kavramı lügatinde yer almıyor. Beş gün sürecek röportaj dizisinin uzama ihtimali olduğu bilgisini de paylaşıp, sizi onunla baş başa bırakıyorum.

RÖPORTAJ: EMİN AYDIN

- Hüseyin Aksu’yu, kendisinden tanıyabilir miyiz?

İnşaat yüksek mühendisiyim. Ortadoğu Teknik Üniversitesi’nden (ODTÜ) mezun oldum. Aynı üniversitede 1970 yılından bu yana öğretim görevlisiyim. Başlangıçta tam gün, daha sonra part time öğretim üyeliği yaptım. Akademisyenlik, mesleki kimliğimin birinci unsurudur. Yüksek lisansımı ve doktoramı Amerika’da yaptım. NASA’da büyük bir projeyi yönettim. Meslek yaşamımın en gurur duyduğum, en görkemli bölümü NASA’da üç buçuk yıl süren, bilime katkı sağlayan, önemli bir projeydi. Pek çok bilimsel yayın yaptık, akademik olarak hızla yükseldik. 1976 yılında Türkiye’ye dönmeye karar verdim. Daha sonra müteahhitlik mesleğini icra ederken bir taraftan da devlete danışmanlık yaptım. Her dönem, bir ya da iki bakana yaptığım danışmanlıklar söz konusudur. Bunların içinde en önem verdiğim Toplu Konut İdaresi’nin (TOKİ) kuruluşundan itibaren, hatta kurulmadan önce fikir babası olmamdır. 1981 yılında kuruldu, biz 1978 yılında TOKİ’nin önemini, öyle bir kurumun oluşmasını gündeme getirdik. Turgut Özal başbakanlık başmüşaviri, Süleyman Demirel başbakan iken konuyu gündeme taşıdık. ''Türkiye’nin Milli Konut Politikası'' başlıklı bir strateji belgesi hazırladık. Bunları internete girdiğinizde bulabilirsiniz. 1978, Türkiye’nin ''Milli Konut Politikası''nın, başbakanlık genelgesi olarak Resmi Gazete'de yayınlandığı yıldır. O dökümanı ben hazırladım. 12 Eylül 1980 İhtilali'nden sonra da TOKİ’nin kurulması için kanun tasarılarına kadar hazırladık. TOKİ üzerinden elimizi hiç çekmedik. 1993 yılına kadar TOKİ’nin yönlendirilmesini sağladım. Aydın Belediye Başkanı olduğumda TOKİ Başdanışmanlığı görevinden ayrılarak geldim.

“DİPLOMASIZ AVUKATIM”

Mesleki geçmişimin bir başka önemli unsuru da belediye başkanlığım ve sonrasında bize yapılan saldırılar sonucunda açılan davalar neticesinde, yarım değil de bütün avukat olduğumdur. Diplomasız da olsa bir hukuk adamı oldum. O yönümü de bir kenara yazmak lazım. Özetlemek gerekirse; İnşaat yüksek mühendisi, makine mühendisi, bilgisayar mühendisi diplomalarına sahibim. Aynı zamanda yüksek matematik diplomam da var. Şehir ve bölge planlaması konusunda diplomam olmamasına rağmen mimarlık, şehir ve bölge planlamasında 30 yılı geçen öğretim üyeliğim var.

DEDESİ MÜFTÜ, BABASI VALİ

- Ne zaman, nerede dünyaya geldiniz, aileniz kim?

Isparta’nın Yalvaç kazasında 1948 yılında dünyaya geldim. Yalvaç müftüsünün torunuyum. Yalvaç, hem Birinci Dünya Savaşı'nda hem de İstiklal Savaşı'nda önemli roller üstlenmiştir. O dönemde de en ön planda olan dedem Hüseyin Aksu’dur. Rahmetli babam Ali Rıza Aksu ha keza Türkiye Cumhuriyeti’ne 38 yıl vali ve mülkiye müfettişi olarak hizmet vermiş, Orta Doğu Amme İdaresi Enstütüsü'nü kurmuş, Teftiş Kurulu başkanlığı yapan önemli bir bürokrattır. Soyumuz Yörük'tür.

5 YILLIK İŞİ 9 AYDA BİTİRDİ

- Aydınla nasıl tanıştınız?

Amerika’dan döndükten sonra Muğla Dalaman Havaalanı inşaatının sorumluluğunu üstlendim. Dalaman, Türkiye’de, Türk müteahhitlerinin yaptığı ilk havaalanıdır. İhaleyi alan müteahhit Mehmet Badur, ABD’de beni buldu. ‘Biz bir havaalanı ihalesi aldık, ilk kez Türk mühendisler bir havaalanı inşa edecek. Bize yardımcı ol’ dedi. Ona, ‘Ben şantiyelerden anlamam, inşaat işinden de anlamam, ben akademisyenim’ dedim. Israrı ve talebi üzerine ABD’de havaalanlarının nasıl inşa edildiği ve projelendirilmesi konusunda geniş etütler yaptık. Daha sonra inşaatta kullanılacak makineleri etüt ettik. Onları satın aldık, gemilere yükleyip ithal ettik, İzmir’e kadar indirdik. Ondan sonra Mehmet Bey, ‘Hüseyin, bu işi yapmak da sana düşüyor, üniversiteyi bırak, gel bize bu havaalanını yap’ dedi. İyi ki, ‘evet’ demişim. Türkiye’nin ilk havaalanını inşa eden mühendis olarak tarihte yerimi aldım ve o havaalanını Dalaman’ın bataklığında yaptık. Literatüre girdi, projelerini kendim çizdim, inşaatını kendim yaptım, dokuz buçuk ay hiç uyumadım. Bir Reno arabanın içerisinde havaalanı şantiyesini yönettim. Günde bir iki saat bu arabanın içinde ancak uyudum. Yemeğimi şantiyede makinelerin üstünde yedim. Dokuz ay sonra havaalanın gövdesi ortaya çıktığı zaman dönemin Bayındırlık Bakanı Şerafettin Elçi’yi davet ettiler, ‘Efendim havaalanını denetlemeye gidelim, sorunlar var’ demişler. Bakan geldiğinde bir baktı ki havaalanı ortaya çıkmış, şaşırdı. ‘Ya bunu ne zaman yaptınız’ dedi. Mehmet Badur, ‘Kahraman bir mühendis bulduk, Amerika’dan getirttik, bu adam yaptı. Havaalanını gövdesini bitirme planı 5 yıldı, biz dokuz ayda bitirdik. Bakan bana bir plaket ve bir de teşekkür belgesi verdi.

“1976’DA AYDIN’IN HALİNE ÜZÜLÜRDÜM”

Dalaman’a gelip giderken hep Aydın’dan geçerdim. Ankara-Dalaman arası gider gelir, arabayı kendim kullanır, Aydın’dan geçerken çok üzülürdüm. Aydın’ın halini ta 1976 yılında Dalaman’a gelir giderken görüyordum. Duracak, yemek yiyecek yer yoktu. Yolu uzatır, Ortaklar’a gider, çöp şiş yer, tekrar geri döner, Çine yolundan Dalaman’a giderdim. Hep, ‘Menderes’in memleketi bu Aydın nasıl bir şehir, bu kadar bakımsızlık olur mu, şu asfalt vardı ama toz toprak içindeydi, tandırcılar dışında durup yemek yiyecek kimse yoktu, gündüz geçersen tandırcı da kapalıydı. Bendeki Aydın’ın ilk imajı buydu. 1978 yılında ESKO Çarşısı'nı yapan kooperatifin yönetim kurulu Ankara’ya geldi. Dalaman Havaalanı'nı bitirmiş, proje ve müteahhitlik işine başlamıştım. ‘Biz Aydın’da büyük bir çarşı yapacağız, hem proje hem de imar planı lazım’ dediler. O zaman imar planı yetkisi tamamen bakanlıktaydı. ESKO’nun olduğu yer, yani Yedieylül ve Adnan Menderes Mahallesi tamamen tarlaydı. Şehrin dışındaydı. Kurtuluş Mahallesi’nde şehir bitiyordu. İmar planı için bakanlıktan sonuç aldık, onu yaptık. ESKO’nun projelerini yaptık. O günkü şartlara Türkiye’de olmayan projeydi, Amerika’da gördüğümüz AVM’lere benzeterek yaptık. O günün vizyonunu çok ötesinde bir projeydi, iki katlıydı. Dış cepheleri alüminyum ve giydirme olacaktı, maalesef sonradan projeyi değiştirdiler.

“ESKO’YU MAHPUSHANEYE BENZETTİLER”

Projelerimin değiştirilip beter edilmesi en çok sinirlendiğim şeylerden bir tanesidir. Bunun bir örneği de şimdiki sarı belediye binasıdır. Orada benim mimari özgün hakkım varken, projeyi birilerinin değiştirmesine mimarlık diplomam olsa müsaade etmem ama mimar olarak imza atamıyorum. Çiziyorum, değiştirdiklerinde bir şey diyemiyorum. ESKO’yu ‘Hüseyin Aksu çok sağlam yapıyor, faza demir koyuyor’ diye iki kattan 4 kata çıkardılar. ‘Dükkanların rafları sığmaz’ diye dış cephesini tamamen betona çevirdiler. Cephedeki bütün estetik unsurlar iptal edildi, tam bir mahpushaneye benzettiler. Sonuç itibariyle yapıldı. ESKO’nun iç fonksiyonları çok düzgündür. O vesileyle Aydın’a geldim, yerinde incelemek için geldiğimde, ‘inşaatını da siz yapar mısınız’ dediler. Kabul ettik. Aydın’a girme nedenimiz 1978’de ESKO Çarşısı inşaatıdır. Daha sonra Türkiye genelinde Uşak’ta, Marmaris’te inşaatlar aldım. Ege Bölgesi’ne doğru kaydık. Burada bir büro tuttuk. Bu iklimi, yöreyi sevdim. O gün bugündür de Aydınlı oldum.

“ŞANTİYEDE İŞÇİ TUVALETİNİ TEMİZLERDİM”

- Siyasete nasıl başladınız?

1980’li yıllarda Aydın’daki inşaatlarımızın sayısı çok arttı. 120’ye yakın şantiye açtık. 30 bine yakın konut ürettik. AYKO ve Efekent önemli örneklerdi. Ortaklar gibi küçücük bir kasabada 400 konutlu Orkent projesini yaptık. Milas’ta Akkent'i yaptı. Davutlar'da, Kuşadası’nda yazlıklar inşa ettik. Bunlar o dönem, Türkiye’nin en büyük projeleriydi. Türkiye’de 50 dairelik apartman yapan, büyük müteahhitti. Biz, bin konutlu projeler yaptık. Türkiye’de inşaat alanında ilk 10 şirket arasındaydık. Yaptığımız sayı itibariyle, şimdiki Ağaoğlu’ndan daha görkemliydik. 30 bin istihdam yaratıyorduk. 120 şantiyemiz aynı anda devam ediyordu. 80’li yıllar böyle geçti. 90’lı yıllara girdiğimizde ben baktım ki mal varlığım çoğalıyor. Param çoğalıyor, kazanıyorum. Geride bıraktığım işler çoğalıyor. İnsanları ev sahibi yapmak güzel ama bir de onun yorgunluğu ve yoğunluğu var. 80’li yıllar boyunca sürekli şantiyelerde yaşadım. Otelde kalmaz, şantiyede yatardım. İşçinin motivasyonu buna bağlıdır. Şantiyenin içinde de öyle kendime saray yaptırmazdım. İşçinin yattığına yakın düzeyde basit bir yatak, bir kötü televizyon olurdu. En büyük sıkıntım da tuvaletti. Çünkü şantiyede kendime özel tuvalet yaptırırsam gene ayıp olur. İşçinin gittiği tuvalete gitmek zorundasın. İnşaat şantiyelerinde işçi tuvaletleri hakikaten çok berbattır. Gece 3’te Milas şantiyesine giderdim, herkesi kaldırırdım. Koordinasyon toplantısı yapılır, iş programları verilirdi. Yatmadan önce tuvalete gittiğimde 04.00’te bütün koğuşları ayağa kaldırırdım. ‘Kalkın len, bana tuz ruhu getirin, tuvaleti temizleyeceğim’ derdim. ‘Temizleyin’ değil, fırça atmazsın. Patronluk böyle olacak. Herkes gelir, ‘Olur mu patron, sen bırak biz temizleriz’ der. ‘Madem temizleyecektiniz, niye bunu böyle bıraktınız?’ diye çıkışırdım.

“MAL VARLIĞIM RAHATSIZ ETMEYE BAŞLADI”

Bu koşullarda bir 10 yıl yaşamışım. 30 bin konutu, 120 siteyi tamamlamışım. Türkiye’nin dev firmalarını arasına girmişim, yurt dışında iş almışım. Ortaklar’da yapı elemanlarını üreten Aydın’ın en büyük fabrikasını kurmuşum. Sadece orada 300 kişi çalışıyor. Gece gündüz yer kaplaması, parke, mutfak dolabı, karo plaka, mutfak tezgahı, doğramalar, kapılar, pencereler inşaat için aklınıza ne geliyorsa bunları üretmişim. Yorgunluğu 90’lı yıllarda hissettirdi. 1987 yılında Aslı Hanım ile evlendik. Ondan sonra biraz daha ev düzenine geçmemem lazım. Sahip olduğum para bir kere beni rahatsız ediyordu. Sermayeniz büyüyünce dikkat çekmeye başlıyorsunuz. Büyük şirket olunca birtakım güç odakları ile ittifak yapmanız gerekiyordu. Bunun başında siyasetçiler geliyor. Siyasetçilerle ortak olmazsan çok büyük olamıyorsun. Sakıncalı lafları bu saatten sonra etmek istemiyorum. Birilerini hoplatmak gibi bir niyetim de yok. İşinizi çok büyüttüğünüz zaman siyasetçi, ‘Bu adam yetenekli, parası da çok, gelsin devletten iş alsın, paylaşalım’ diyebiliyor. Halbuki benim devletle hiç işim olmadı. Devletten bir kuruşluk iş alıp yapmadım. Bir sefer teşebbüs ettim, baktım ki çamur deryası, geri çekildim. Devlette çünkü rüşvetsiz hiç bir iş dönmedi Türkiye’de, hala da öyledir. 80’li yıllar beni çok yordu. Bir gün TOKİ’ye gittim. Oradaki danışmanlık işini tam zamanlıya çevirdim. ‘İş hayatından çekiliyorum’ dedim. Yeni hiç bir iş almadım, ‘Eski işlerimizi bitirelim, ben iş hayatından çekileyim, gideyim, hocalık yapayım, dinleneyim, TOKİ’de danışmanlık yapayım, devlete çalışayım, akıl öğreteyim’ dedim. Çünkü masanın her tarafını dolaşmışım, akademisyenlik var, iş adamlığı var, bürokrasi var. Kim nasıl bakar, hepsini öğrenmişim. Devlete akıl verecek kıvamdayım, yaşım da 40’a gelmiş. En verimli çağımdayım. O noktada Ankara’da bir gece bir rüya gördüm. Yıl 1993, mal varlığımın en zirvede olduğu zaman. Ankara’da Çankaya yokuşunda görkemli bir arsa satın almışım ve arsayı unutmuşum. ‘Abi bu arsayı aldıydık’ diyor birisi. ‘Lan, tüh ya, vay anasını’ diyorum. O da, ‘Emlak vergisini ödemedik’ diyor. Neden? Kafamın gerisinde, şuur altında mal varlığını yönetmek için bir güçlük çekiyorum. Yüzlerce, binlerce tapu var. Klasörleri doldurmuşsun. Bir evin, bir araban, bir yazlığın olur da ‘Bu mal benim’ dersin ama 2 bin 500 tane konut tapusu varsa, hiçbiri senin değildir. Başının belası, rezalete bakar mısınız? Bu kadar mal mülk ne olacak diye gündüz zaten kabus görüyorsun. Gece de o rüyayı görünce karar verdim. Para kazanmayı kesiyorum, tapuları elden çıkarmalıyım. Yaptığım her inşaatta kooperatif olduğu için alacak karşılığı tapu geçiyordu. Mesela Milas’tan 200 tapu geçti. Bin kişilik kooperatif, istifa edenler, boşalanlar, inşaatın bitiminde kooperatiften alacağım var, ‘paramız yok, kalan daireler senin olsun’ diyorlar. Orkent’te 48 daire, içinde bulunduğumuz 47 dairelik sitede 17 daire bana kaldı. Yemekle bitecek gibi değil, 3 bin küsur konut tapusu. Bin küsur arsa ve arazi tapusu, benzinlik, fabrika var. Bunların emlak vergileri var. İş hayatından çekileceksin, bir de kiraya vereceksin. Bir tane kiracı ile uğraşmak bela, sen binlercesi ile uğraşacaksın. İş hayatından çekilmeye, bir şekilde mal varlığımı konsolide etmem gerektiğine karar verdim. Mal varlığımı kontrol edilebilir hale getirmem ve o rüyaları görmemem gerekiyordu.

“BÜROKRASİ AKIL SEVMEZ”

O safhada bir siyasetçi ile konuşuyordum. Ona, ‘Bak ben üniversite hocasıyım, teorisini biliyorum. 14 senedir devletin içindeyim, bürokrasiyi biliyorum. Demirel’den Özal'dan başlayıp Mesut Yılmaz’a kadar danışmanlık yapmış, fiilen görev almışım. En önemlisi parayı yönetmişim, iş hayatında büyük işler kurmuşum, işi biliyorum. Benim aklıma güvenin. Benim getirdiğim modelleri uygulayın’ diye akıl öğretiyorum. O siyasetçi de bakan. ‘Sana hocam mı, patron mu demek lazım bilmiyorum ama gel sen bir de siyasetçi koltuğuna otur da göreyim seni. Burası hiçbir şeye benzemez. Burada o dediklerin geçerli değil, burada iş yapmak öyle sandığın kadar kolay değil’ dedi. ‘Sayın bakan, ben üniversite hocalığından müteahhitliğe geçince müteahhitler de aynı lafı söyledi. ‘ODTÜ’deki bir maaşı özlersin, bulamazsın, müteahhitlik zor iştir, gel sen bu işe kalkışma, otur hocalığın yap’ dediler. Ben ne yaptım, öyle olmadığını iddia ettim, atladım iş hayatına, kendi sektörümde iş adamlığında bir numara oldum. Bürokraside de başıma gelmedik kalmadı. Bürokratlar, ‘Bürokrasi akla kapalıdır. Bürokrasi aklı sevmez. Mevcut kuralların bir tanesi bile değişsin istemez. Düzenini o kurallar içinde bulmuştur. Avantasını, lavantasını, o kuralları ezberleyerek çözmüştür. Sen onları değiştirdiğin zaman bürokrat tedirgin olur. Kanunlar değişsin, yeni projeler gelişsin istemez. Bürokrasi demek statüko demektir’ dediler. Ben gittim, Özal döneminde bürokrasiyi darmadağın ettim. TOKİ gibi bir sistem yarattım. TOKİ için Turgut Özal’a, ''Bayındırlık Bakanlığı'nı kapatın'' dedim. Orası rüşvet çarkına dönüşmüş. Türkiye’nin bütün inşaatlarını Bayındırlık Bakanlığı yapıyor. Sadece Aydın Bayındırlık İl Müdürlüğü’nde 650 kişi çalışıyor. Bakanlıkta 38-40 bin kişi çalışıyor. Hiçbir yatırım bitmiyor. Bir ilkokul inşaatı 5 sene, kültür merkezi inşaatı 15 sene, adliye inşaatı 35 sene sürüyor. Ankara Adliye Sarayı tam 38 yılda bitti biliyor musunuz? Bunları çoğunuz unuttunuz. İzmir Adliye Sarayı 18 yılda bitti. Sistem bu, bitmiyor. Müteahhidin de işine gelmiyor bitmesi. Çünkü eskalasyon var. Yapmadığın her işi bir sonraki sene iki misli fiyata yapıyorsun. ‘Devletin yatırım yapması için size bir kurum oluşturacağım. Kaynak da bulamıyorsunuz. Para da bulamıyorsunuz. O kurum, kentsel rantlardan arsa üreterek, devlete kaynak yaratacak. Devletin bütün okulunu, adliye sarayını, hükümet binasını, hastanesini, her şeyini o kurum yapacak. Bayındırlık Bakanlığı devreden çıkacak ve o kurumda devlet memuru çalışmayacak’ dedim. ‘Nasıl olacak?’ dedi. Devlet memurunun inşaatta ne işi var. O kurum sadece ihale makamı olacak. İnşaatın kontrolünü piyasada sertifika verdiğim kontrolör firmalar yapacak. ‘Bayındırlık'ta 15 bin tane kontrol mühendisi var’ dediler. ‘Neyi kontrol ediyor?’ dedim.

“HEPSİ AVANTA PEŞİNDE”

Biz onların içinde yaşadık, müteahhitlik tarafım içlerindeydi. Bir şey kontrol etmiyorlar, hepsi avantanın peşinde. Kimse alınmasın. Bu bir gerçek. Kimseyi kast etmiyorum. Herkesi ayrıca tenzih ederek söylüyoruz. Sıfıra yakın bir memurla devletin bütün yatırımlarını yaptırtırız. TOKİ modelini öyle kurduk. 1993 yılında bıraktığımda TOKİ’de 178 kişi çalışıyordu. O kadar. Kontrolünü ihale ediyor, inşaatını anahtar teslim ihale ediyor, şantiye yönetimini ihale ediyor. Zaten inşaatta üç önemli unsur da bunlardır. Şantiyeyi iyi yöneteceksin, iyi bir müteahhit olacak, bir de kontrol iyi olacak. Bu üçünü özelleştirdik. TOKİ arsa üreterek, hasılat paylaşımı ile kat karşılığı ile (bunları söyleyince çok yadırgandı) kaynak oluşturacak. Mimar Sinan bile kat karşılığı inşaat yaptırır. Öyle örnekleri var. Tarihsel çok örneği olan bu sistemleri biz kurduk. O siyasetçiye ‘Bürokraside de böyle dediler, ben kuralları değiştirdim. İş hayatında da değiştirdim. Kafamı bozmayın, girerim siyasete, orada da kuralları değiştiririm’ dedim. ‘Sıkıysa gel’ dediler. Onun üzerine siyasete girmeye karar verdim. Nereden başlayayım, diye etüt yaparken, ‘Milletvekilliğinden başlamak gerek’ dediler. ‘Yok. Aydın’ın hali kötü, önce burayı düzeltelim’ dedim. Aslı Hanım’a danıştım. ‘Belediye başkanlığı çok kötü bir meslek, siyaset çok kötü, siyasetçiler çok vasıfsız, ben seni belediye başkanı olarak görmek istemiyorum’ dedi. Çünkü hep duyduğu belediye başkanları ya rüşvetçi, ya akılsız dandik adamlar. Belediye başkanlığı imajını bana yakıştıramadı. ‘Yaşadığın şehre bak. Yazık değil mi bu şehre?’ dedim. Şehri güzelleştirmek şartıyla izin verdi. Biz de 1993’te çıktık ve siyasete böyle girdik. DEVAM EDECEK 

ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.