Takip Et

SON DAKİKA

Av. Zeki Aktuğ
[email protected]

MEDENİ KANUN SANCILARI

5 Mart 2024, Salı

     

İsviçre Medeni Kanunundan iktibas edilerek kabul edilen Türk Medeni Kanunu, zamanın ve kişilerin ihtiyaçları göz önünde tutularak 1 Ocak 2002’de 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’yla değiştirilmişti.

Başlangıç Hükümleri, Kişiler Hukuku, Aile Hukuku, Miras Hukuku ve Eşya Hukuku kısımlarını içerir kanun bazı kısmi değişiklikleri de bünyesine katarak günümüze ulaştı.

Ancak Cumhuriyetin ilan edilmesinin hemen akabinde 1926’da kabul edilen Medeni Kanun, 2002’de “çağı yakalama’’ maksadıyla değiştirilmişse de günümüz ile 2002 yılı arasındaki sosyal fark neredeyse 2002 ile 1926 arasındaki farkı yakalamış durumda.

Tabi bu farkın en önemli etkeni teknoloji. Teknolojinin gelişimiyle etkilenen eğitim düzeni, ekonomik ve kültürel değişimler, sosyal medya hükümranlığı ve diğer faktörler toplumun en küçük birimi olan ailenin de yapısının değişmesine yol açmakta.

Koronavirüs salgını başladığından bu yana birkaç ayda bir gazete köşelerinde rezerve edilmiş köşeye sahip bir başlık var: Boşanma oranları geçen yıla göre arttı!

Kapitalizmin hüküm sürdüğü, liberalizmin özgürlük olarak tasvir edildiği toplumlarda, örgütlülüğe karşı çetin bir savaş açılır. Bu öyle bir savaştır ki, iki kişinin bir araya gelerek ortak bir gayede buluşması dahi kabul edilemez. Mücadele etmek, birlik olmak, güçlü olmak, yeniden ayağa kalkmak gibi eylemler bu vahşi ve bencil fikirlerin midesini bulandırır.

Bu sebeple kapitalizmin kendisine düşman gördüğü en önemli örgütlerden biri de ailedir. Birlikte bir hayatı sürdürme inancı ve vaadiyle bir araya gelmiş kişileri ve o kişilerin evlatlarını birbirinden soğutmak, ayırmak için yapmayacağı şey yoktur. Öyle ki sırf bu emellerine ulaşabilmek adına anti-kapitalizmi bile kendi elleriyle organize ederek “kendisinden olmadığını düşünen dejenereleri’’ dahi etkisi altına alır.

Bu sayede kapitalizm, insanlara bireyciliği, tek başınalığı empoze ederek onları karşısında olabildiğince güçsüz kılmaya çalışır. Bunu yaparken de en masum şekliyle görünür ki; kişiler, yalnızca kendi bacağından asıldığını hiç kimseden etkilenmediğini düşünür.

Hal böyle olunca Aile Mahkemelerinde görülen bazı boşanma davalarının taraflarının da kendi kimliğini arama sancılarıyla cebelleşen kişiler olduğunu söylemek mümkün.

Hukukumuzda iki farklı boşanma davası türü bulunmaktadır. Anlaşmalı ve çekişmeli boşanma.

Anlaşmalı boşanmayı artık bilmeyen kalmadı. Tarafların, evliliğin sonlanması sebebiyle oluşacak birtakım hususlar üzerinde anlaştıkları bir protokolü mahkemeye sunması suretiyle gerçekleşmektedir.

Çekişmeli boşanma ise adı ile müsemmadır. Tarafların boşanma, çocukların velayeti, nafaka, tazminat, eşyalar, mallar, takılar ve evlilikten kaynaklı her türlü sorunun avukat, hakim, zabıt katibi, tanıklar ve duruşma salonundaki mübaşirin gözü önünde yıllar süren duruşmalar boyunca konuşulması ve tartışılmasından ibarettir.

Bir mahkemenin boşanma sebebi olarak gördüğü bir eylemi bir mahkemenin boşanma sebebi görmemesi, birinin kusur saydığını diğerinin normal sayması gibi yeknesak olmayan kararların alınması, birbirini senelerdir görmeyen tarafların istinaf- temyiz aşamalarının bitmemiş olması sebebiyle hala kağıt üzerinde de olsa evli olmaları, bu sebeple sadakat yükümlülüklerinin devam etmesi dolayısıyla da duygusal açıdan yeni bir hayata başlayamamaları, çocuklarını mal yerine koyarak velayeti kendisinde olmayan tarafla çocuğun kişisel ilişki kurulmasının engellenmesinin net bir çözümünün olmaması, ölüm veya yeniden evlenme olmadıkça ömür boyu süren nafaka, aldatmanın, şiddetin ispatının kalıplaşmış birtakım kanıtlarla yapılabiliyor olması gibi açıkçası çok da günümüzle bağdaşmayan uygulamaların var olduğu görülmektedir.

Boşanma davalarının içinden çıkılamaz bir hal aldığı toplumda da aileye bakış da olumsuz olarak etkilenmekte ve bu durum da kapitalizmin ekmeğine yağ sürmektedir. O yüzden Medeni Kanun –özellikle Aile Hukuku kısmı- günümüze uyarlanmalı, diğer davalar bekletilerek boşanma davası hakkında öncelikli karar verilmeli, velayet hususunda çocukları adliyeye olabildiğince hiç getirmeyerek okula gidiyorsa okuldaki rehber öğretmeninin görüşüyle gitmiyorsa da ev ziyaretiyle pedagog heyeti tarafından düzenlenecek bir raporla karar verilmeli, nafaka hususunda tarafların içinde bulunduğu sosyoekonomik durum ve yaşadığı il, ilçe gözetilerek miktarı, türü ve süresi hakkında karar verme yetkisi, kanunla birtakım sınırlamalar düzenlenerek hakime bırakılmalıdır.

Ayrıca taraflar arasında şiddet veya başkaca suç oluşturan eylemlerin varlığını öğrenen Aile hakiminin, savcılığa resen suç duyurusunda bulunması zorunluluğu getirilerek bu hususta şiddete uğrayan tarafın fesada uğrayabilecek iradesinin inisiyatifine kalmamak gerekmektedir.

Başta bu düzenlemeler olmak üzere bütüncül ele alınacak bir kanun değişikliği ile meydanı aileyi istismar eden gündüz kuşağı programlarına, aile içi şiddet suçlularına, bir tekstil fabrikasında başlattıkları grevde çıkan yangında can veren 129 kadını ve her sene şiddete, ekonomik sömürüye, patriyarkaya karşı çıkan emekçi kadınların çığlığını bastırarak sahiplenen sözüm ona “kardeşlere“ teslim etmemek gerekir.