Takip Et

OTOMOBİL KRALİYETİ

Rica ediyorum tam şimdi pencerenizden bir bakın, insan göremeyebilirsiniz ama bir otomobil göreceğiniz kesin. Yaya yolu olmayabilir ama araç yolu muhakkak vardır. Kaldırımlarda oyun oynayan çocuklar yoktur ama kaldırıma park etmiş bir araç illa çıkar. Bir yere giderken hangi ‘yoldan’ gideceğinizi düşünürsünüz önce, arabayla önüne kadar gidebiliyor musunuz? Arabanızı nereye park edeceğinizi planlarsınız daha çıkmadan. Bir ev alırken ‘otopark sorunu var mı?’ sorusu akla gelir ilk olarak. Ofis alırken müşterileriniz arabalarını park edebilecek mi diye düşünürsünüz önce. Bir harita açarsanız araç yolları ve boşluklar vardır; haritayı detaylandırırsanız yollar görünür ve yolun kenarına dizilmiş binalar. Öyledir, bir yere önce yol gider. Sonra o yolun çevresine siz gidersiniz. Bir yerden yol kalkarsa, orası yavaşça terkedilir. Çünkü otomobil sizi kendisine bağımlı hale getirmiştir artık. Nereye giderse oraya gidersiniz, nerede durursa orada durursunuz. Öyleyse bu kentler bizim mi otomobillerin mi? Otomobil bize konfor mu getirdi, esaret mi?

*

Şuan zihninizdeki otomobille bağdaşmasa da ilk otomobil patenti 1886 yılında Karl Benz tarafından alındı. 1913 yılında Henry Ford tarafından seri üretimi başlatılarak, kullanımı yaygınlaştırıldı. Dünya tarihine kıyasla bu kadar kısa bir sürede hayatlarımızı bu denli etkilemeye başlaması, otomobillerin inanılmaz başarısı. 1950’lere gelindiğinde otomobile tapılıyordu adeta, otomobil sarayı otoparklar, şehrin girişinde bir simge olarak inşa ediliyor, otoparkın cephesi şeffaf yüzeylerle otomobili öne çıkaracak şekilde tasarlanıyor ve bu görünürlükleri bir ihtişam göstergesi sayılıyordu. Bu otomobil sarayları içerisinde sürücülerinin konaklayacağı küçük hizmetli odaları ayrılıyordu; otomobil kraldı, insan onun kölesi. 1951’de Dusseldorf’ta inşa edilen Haniel Garage yapısı bunun çok iyi bir örneğidir.

*

Otomobiller dünyayı istila etti. Daha önce karşılaşmadığı bir güç karşısında ne yapacağını bilemeyen yönetici erk, otomobillerin galibiyetini kabul etti; sokaklarımızı, mahallelerimizi, kentlerimizi, ülkelerimizi otomobilin önüne serdi. Otomobil hızla geçti, ip gibi yollar sardı sarmaladı her yeri; dünya yol yumağı haline geldi. Bulaş yolları açılınca virüs gibi yayıldı otomobil, kısa sürede milyonlara nüfuz etti, her yıl yaklaşık 7 milyon insan otomobillerin yarattığı hava kirliliğine bağlı olarak yaşamlarını kaybediyor, doğal çevre alarm veriyor.

*

Ancak öyle bir sistem empoze etti ki otomobiller, bir aileye bir araba yetmedi. Yollar genişledikçe genişledi. Bugün yol kenarı evlerde ‘otomobil gürültüsüyle uyanmak’ bir rutin haline geldi. İnsanlar pencerelerini otomobillerin hareket yoğunluğuna göre açabiliyorlar; temizlik gibi sıradan işlerini otomobile göre planlıyorlar. Kendi kentlerinde tomobil yollarına ‘ölüm tehlikesi’ ile yanaşamıyorlar. Eve bir ekmek götürebilmek için otomobile de bir ekmek veriyorlar. Petrol kaynakları üzerinden şekillendi dünya. Otomobil endüstrisi sömürgesini kurdu. Üstelik yapılan araştırmalar bir otomobilin ömründe sadece %10 kullanıldığını %90 park halinde olduğunu gösteriyor. Düşünebiliyor musunuz, otomobiller ‘durdukları yerden’ bu galibiyeti sağladılar. Modern insan yetişmeye çalıştı, otomobil durdu. Otomobil rahatça ‘dursun’ diye, otoparklara bıraktık kendi özgürlük alanlarımızı.

*

Nihayet insanoğlu bir gün uyandı. Yaşam alanlarımızın otomobile terkedilmesi beraberinde getirdiği pek çok problemle düğüm olup yüzlerine çarptı. Otomobil odaklı değil ‘insan’ odaklı kentlerin önemi ortaya çıktı. Bu amaçla 1960’lardan bu yana otomobilin insana hakimiyetini sonlandırmak için bir dizi yöntem geliştirildi. Öyle ki, büyük gösterişlerle inşa edilen otoparklar artık yer altına gömülmeye başlandı. İnsan ölçeğine döndürülmeye çalışıldı kentler, ancak ne var ki otomobile göre yaratılan modern dünya insanı yutardı; bu yüzden öncelikle toplu taşıma ön plana çıkarıldı.

Bugün insanlığı sömüren bu otomobil kraliyeti ile mücadelede bilimsel olarak kabul görmüş en geçerli çözüm; otomobilleri kent merkezinden uzaklaştırmak. Tüm çağdaş mimarlık ve kent politikaları buna odaklanmış durumda. En mütevazi çabayla Paris ve Bogota(Kolombiya) gibi kentler merkezi noktalarda otomobil dolaşımını yasaklıyor. Kent merkezleri belirli günlerde otomobile kapatılıyor, insanların oluyor tüm sokaklar. Dünya Mimarlık Kenti olmaya hazırlanan Kopenhag’da da 10 Danimarkalıdan biri bisiklet kullanıyor; caddelerde otomobilden çok bisiklet var, dolayısıyla otomobil trafiği hiç yok. Kent boyunca yaklaşık 400 kilometre bisiklet parkurları ve hatta kentleri birbirine bağlayan süper bisiklet otoyolları dahi var. Gent (Belçika) 20 yıl içinde tamamen motorlu taşıtları kentten çıkarmayı planlıyor. Madrid, kent merkezine özel otomobil girişini tamamen yasaklıyor ve toplu taşıma hizmetini bedava yapıyor, bisikletli ulaşımı herkes için ulaşılabilir hale getiriyor. Helsinki, 2025’te kimsenin özel araç kullanmak istemeyeceği bir sistem için yıllardır büyük yatırımlar yapıyor. Oslo (Norveç), 2019’da tüm otoparkları kent merkezinden kaldırarak insanı özgürleştirdi.

*

Çünkü en basit kavrayışla; kent merkezindeki otopark otomobilleri kent merkezine çeker. Otopark sorununu çözmenin aksine bir çekim noktası oluşturarak daha önce o yolu kullanmayan otomobillerin dahi otoparka ulaşmak için trafiğe katılmasına ve daha önce otomobil esaretinden kurtulmuş kişilerin tekrar otomobil kullanmaya başlamasına sebep olur. Bu yönüyle kent merkezindeki otoparkların, otomobilin fiziksel ve sosyal yıkımına destek olduğu kanıtlanalı çok oldu.

*

Dünyadaki tüm bu gelişmelere karşın bizim daha hala yüzyıl önce terkedilmiş mantıkla kent merkezinde boş bulduğu ilk yere katlı otopark yaptı diye gururla her yere afiş asan belediye başkanlarımız var. Bu sanki; tüm çağdaş toplumlarda otobüslerde sigara içilmesinin yasaklandığı dönemde bizimkilerin çıkıp ‘otobüslere lüks küllük koyduk’ diye oy beklemesi gibi bir şey. Böyle bir vizyonsuzluk.

*

Otomobil hegemonyasından kurtulmaya yönelik tüm bu çabalar elbette arkasında otomobilsiz insan yaşamını kolaylaştıracak büyük ölçekte altyapı revizeleri ve yatırımları ile sağlanıyor. Bugün bizlerin otomobilsiz bir yaşamı tahayyül dahi edemiyor oluşumuz ne yazık ki geri kalmışlığımızın bir göstergesi. Otomobiller hepimizi yemeden, derhal önüne geçilmeli. Yöneticiler bilgisi olmayan alanlarda farklı kazanımlar peşinde günlerini kurtarmak yerine, odağına insanı alarak, işi bilenlere danışmalı. 

ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.