Takip Et

SANDIKTAN NE ÇIKTI?

SANDIKTAN NE ÇIKTI?

Sandıktan 20 yaşındaki Kübra Ergin’in marmaray raylarında parçalanmış bedeni, o bedene savrulan hakaretler ve sevdiklerini beton yığını altında kaybeden depremzedelere haram edilen haklar çıktı.

****

Bilirsiniz ki, siyaset bizde futbol gibidir. Takım tutar gibi parti tutanların gönlü, yense yenilse doğru ya da yanlış iş de yapsa hep o partidedir. Ne yazık ki ülkemizin geleceğine, kendilerine, çocuklarına, torunlarına zarar veren bu yaklaşımı sadakat zanneden, vefa zanneden insan sayısı oldukça fazla. O yüzden siyaseti ilgilendiren konularda objektif bir bakış kazanmak isterseniz, yorum yapanları dinlemeden önce hangi parti takımını tutuyor anlamak gerekir. Mesela birazdan yazacaklarımı okumadan önce benim 7 göbekten siyasi üyeliği bulunmayan bir ailenin kızı ve ülkemizdeki mevcut siyasete inanmayan bir vatandaş olduğumu bilmeniz gerekir.

Öte yandan objektifliğimden şüphe duymamanız için ekleyeyim; iktidarı eleştirdiği için bazı görevleri engellenen, muhalif belediyeyi eleştirdiği için projeleri iptal edilen biriyim. Buna karşın hangi parti olursa olsun uzmanlık alanım içerisindeki eylemlerini sorgulamaya, teknik ve bilimsel açıdan yanlış gördüklerimi kimseyi etkileme amacı ve gücü barındırmaksızın dahi eleştirmeye, doğru gördüklerimi takdir edip mümkünse içinde yer alarak desteklemeye devam eden ve görevini en iyi yapmaya vatandaşlık sorumluluğu olarak bakan biriyim. Çünkü bizi ‘bir’ ve ‘güçlü’ kılacak olanın bu yönde geliştireceğimiz toplumsal irade olacağına inanıyor, bunun siyasetten yön alan halk yerine siyasete yön veren egemen halkı doğuracağını böylelikle bizi özgürleştireceğini düşünüyorum.

 

SEÇMEN YETERLİLİĞİNDE EĞİTİM ŞARTI

‘Siyasetten yön alan halk’ derken, toplum hassasiyetleri üzerinden kimi zaman yalan yanlış söylemlerle inşa edilen kutuplaştırma politikalarından bahsediyorum. Sorgulamayan halk tarihe ve güncel eylemlere değil, söylemlere bakıyor ve hangi kutupta yer alırsa o kutuptan gelecek anlık iş ve aşın peşine takılıyor. Siyasetçiler de bu yüzden kendilerinden olana iş/aş verip, olmayanın önüne taş koyuyor. Halk da bu yüzden, sosyal medyadan da değindiğim gibi, kullandığı oyun üzerine koyduğu kartvizite tarih atıp fotoğraf çekip siyasilerle paylaşma ihtiyacı duyuyor.

Ben toplumdaki bu yaklaşımların temel itkisinin eğitimsizlik olduğunu düşünüyorum. Kimse taşlamasın, cahil bir insan kendini pek çok açıdan geliştirebilir ama çok yönlü, geniş projeksiyonlu ve sistematik düşünce şekli ancak eğitimle kazanılır. Eğitim bu yüzden vardır. Bu nedenle günü kurtarmaya yetecek kadar aş ve iş için bile oy kullanabilen ve sorgulamayan, sorgulasa da anlayamayan bir halk isteyen siyasiler, halkı cahilleştirir. Hatırlarsanız ‘cahil ve tahsilsiz kesimin ferasetine inandığını, ilkokul bile okumamış insanların ülkeyi ayakta tutacağını’ düşündüğünü tv ekranlarında ilan eden Rektör Yardımcısı Profesör Dr. Bülent Arı, YÖK’ün Denetleme Kurulu Başkanlığına atanmıştı. Cahilliği savunan bir eğitimcinin yetiştirilmesine ve eğitim sisteminin üst mekanizmalarına getirilmesine az önce değindiğim nedenlerle şaşırmıyorum. Bunlara ek olarak, vatandaşın kime oy kullandıkları üzerinden değil ama kime oy kullanamadıkları üzerinden de -yaklaşık 1.5 milyon geçersiz oy- somut örneğine işaretle bir öneri geliştirerek; radikal biçimde eğitimi kutsallaştırıyor ve seçmen yeterliliği kazanmada eğitim şartı getirilmesini savunuyorum. Herkes kendi mahallesindeki üniversiteye yazılsa, çözülür ne de olsa (!).

 

 

HÜKÜMET DEĞİL DEVLET!

Siyaset bilimcisi değilim ancak araştırmacı bir vatandaş olarak gözlemlediğim siyasetin kurguladığı bu ve belki de göremediğim nice stratejiler ile insanların seçimler üzerinden umutlarını ve yaşama sevinçlerini kaybettikleri, birbirlerine hakaret edip ayrıştıkları bir gerçekliği asla kabul etmiyorum. Daha dün, seçim sonuçları nedeni ile marmaray raylarına atlayarak intihar eden 20 yaşındaki Kübra Ergin’in haberini okuduk. Kübra’nın intihar nedeninin AKP olduğu veda mektubu nedeniyle ona hakaret eden sayısız Cumhur İttifakı yandaşı gördük. Daha iki gün önce seçim sonuçları nedeniyle depremzedelere beddua eden Millet İtifakı yandaşı gördük. Özenle böyle bir toplum yaratan siyasetçilerin yaptığı siyasete inanmak için tek bir neden söyler misiniz?

Siyasete inanmadığım kadar devlet sistemine ve devlet adamlarına inanır, güvenirim. Atatürk Cumhuriyeti’ne ve ilkelerine bağlı, liyakatlı ve dürüst kadrolar ile oluşturulan güçlü ve güvenilir bir devlet sistemi olduğu sürece, seçimlerle hangi hükümetin geleceği ve gideceği, toplumda endişe, kaygı ve buna bağlı olarak halk içinde düşmanlık yaratan bir konu olmaktan çıkacaktır. Çünkü sonuç ne olursa olsun devletin bekasını ve milletin geleceğini güvence eden devlet orada olacak ve halk hükümete değil devlete sırtını dayayacaktır. Siyasetin ortaya koyacağı politikalar, devletin kontrol mekanizmasından geçecek, Türkiye Cumhuriyeti Devleti temel ilkelerine aykırılık taşımadığı sürece uygulamaya konabilecektir.

Tabi takdir edersiniz ki güçlerini kısıtlayan böyle bir devlet sistemini siyasetçiler istemez. O yüzden güçlü bir devlet kadrosu için hükümetin ve muhalefetin ortaya attıkları ve kapıştıkları vaat ‘mülakat sistemini kaldırmak’ gibi komik bir uygulamadan öteye gitmiyor. Bu konuya da başka bir yazımda değineceğim. Ancak demem o ki, hükümete değil devlete odaklanalım.

ÜLKENİN SONU GELMİYOR

Özetle, elbette seçim sonuçları üzerinden endişe ve kaygılarımız olacak. Elbette yaşam kalitemiz izlenen politikalarla farklı biçimlerde etkilenecek. Elbette bu kaygılarımızı paylaşacağız ve aksi için çabalayacağız. Ancak siyasetçilerin kendi ekmeklerine yağ sürmek için geliştirdikleri halkın hassasiyetleri üzerinden yalan bir ‘biz olmazsak ülkenin sonu geliyor’ stratejisi nedeniyle hayatımıza son verecek kadar karamsarlığa düşmek, birbirimize saldırmak hele ki ilk cümlemde değindiğim ahlaksız tutumları sergilemek son derece korkutucu ve anlamsız. Seçim sonucu ne olursa olsun, şanlı tarihi ile her Türk’ün asker doğduğu bir ülkenin sonunu getirtmeyeceğimizi, Türkiye Cumhuriyeti’nin ilelebet payidar kalacağını hepimiz biliyoruz. Bir Türk’ün dahi dünyaya bedel olduğu gerçekliği ile, az sayıda da olsalar iktidarda, muhalefette ve mecliste yer aldıklarını bildiğim, bir ‘siyasetçi’ değil ‘devlet adamı’ kimliğini benimseyen Atatürk Cumhuriyeti’ne bağlı dava adamlarının, endişe duyduğumuz için birbirimize saldırdığımız hiçbir konuda tavize mahal bırakmayacağından eminim. Siz de inanın. Saldırmak yerine sarılıp, daha iyisi için çalışalım. 

ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.