Takip Et

CUMHURİYETİMİZ VE (ona yakışmayan) KENTLERİMİZ

Deprem sebebiyle kesilen son yazıma dair motivasyonumu kaybetsem de söz verdim, kaldığı yerden devam;

 

……1980’lere kadar kent ve mimarimizde tamamen Türk malzemelerinin kullanımı ile Türk Mimar etkilerinin görüldüğünü söylemek yanlış olmayacaktır. Özal döneminde globalleşme ve dünyaya açılma gibi etkenlerle yabancı mimarların tekrar Türkiye’ye geldiğini ve hatta kimi kuruluşlarca yabancı mimarlarla hazırlanan projelerin bir ‘prestij’ meselesi olarak değerlendirildiğini görüyoruz. Ancak hükümet TMMOB kanunu açıktan delemediği gibi (o zamanlar öyleymiş) yabancı mimar çalıştıracak güçte de olmadığından, cumhuriyet ile modernleşen kentleşme sürecimizde, yapılarımızı büyük yatırımların gerçekleştiği özelde yabancı mimarların, kamuda Türk mimarların biçimlendirdiğini söyleyemek mümkün.

*

Konut sektörü ise, 50’lerden itibaren başlayan ve hızla yaygınlaşan köyden kente göç sorunu ile mücadele ediyordu. Uzun vadeli kentleşme politikalarının eksikliği nedeniyle kentlerimizdeki yetersiz yapı stoğu, gecekondulaşmaya ve çarpık kentleşmeye neden oldu. Hele ki çıkarılan imar afları ile, bambaşka bir boyuta ulaştı. Hala bunun sonuçları ile mücadele ediyor ve telafisi olmayan acılarını şiddetle yaşıyoruz. Ama asla ders alınmıyor, gecekondulaşma ve çarpık kentleşme desteklenmeye ve ilki 1948 yılında olmak üzere neredeyse her on yılda bir çıkarılan imar aflarıyla ödüllendirilmeye devam ediyor.

*

Bakın ben bu konuda aşırı hassasım. Mesleğim gereği yapı üretim sürecinin vicdani ve ahlaki değerlerimizle asla örtüşmeyen bir çok aşamasına tanık oluyorum. Siyasiler tarafından bu sorunlara bir önlem geliştirilmesini beklerken, aksine bu çarpıklığı teşvik edici politikalar üretilmesini düşündükçe hayretler içinde kalıyorum. İnsan hayatının nasıl siyasi çıkarlar üzerinden bu kadar kolay değersizleştirilebildiğini gördükçe midem bulanıyor; pek çok konuda umudumu kaybetmeye başlıyorum, umudumu kaybetmemek için bu konuyu şimdilik detaylandırmadan, bir başka gerildiğim konu olan inşaat ekonomimize geçiyorum.

*

1980’lerden sonra gelişen sanayi sektörü yeni bir kentleşme dönemini başlatıyor diyebiliriz. Çünkü artık topraktan elde edilen rant küresel sermayeyi ilgilendirmeye başlıyor. Bu ilgi ülkemizde, devlet mülkiyetinde olan toprakların özel mülkiyete geçirilmesi gibi ranta dayalı politikaların baskın hale geldiği, ekonominin inşaat sektörü üzerinden yönlendirildiği bir dönemi başlatıyor. Bitmiyor bu dönem bir türlü. İşçisinin, ustasının, müteahhitinin, mühendisinin, mimarının karşılığını bulmayan alın terlerinden basamakları yapılan ekonomik kalkınma politikası izleniyor. Bu politika da, kentlerimizin ve yapılarımızın tarihi, kültürel, sosyal, toplumsal varlıklarını hiçe sayan salt bir ‘yapı üretimi’ çılgınlığını beraberinde getirdi.

*

Artık inşaat ekonomisinin kutsallaştırılması ile inşaatın temelini atacak kadar parayı bulan eğitimli/eğitimsiz herkes, yapı üretme furyasına katılmıştı. Gözlerini metrekare ve beton bürümüş biçimde yapıp yapıp satıyorlardı, satıyorlar. Kent çeperleri niteliksiz plan kararları ile hızla imara açıldı; hemen betona sarıldı. Sonucunda 90’lar bilim ve teknikten uzak inşa faaliyetleriyle, kentin bağlamından kopuk uydu kent ve yüksek katlı kapalı konut yapılarıyla donatılmış ruhsuz çevrelerden oluşuyordu.

*

2000’lere geldiğimizde küreselleşmenin de etkileriyle özellikle sermayenin yoğunlaştığı büyük kentler, sağlıksız kentleşme, niteliksiz yapılaşma ve beraberinde getirdiği altyapı sorunları ile nefesimizi keser hale geldi. Yerel bir takım çabalarla nitelikli mimarlık örneklerine tutunup düzlüğe çıkmaya çabalasak da yılların talanından kurtulmak kolay olmayacak. Bugün içinde bulunduğumuz koronavirüs salgını dahi bu talan sayesinde ideal yaşam ortamına kavuşuyor; yeşil abiyesiyle kutlamalar yapıyor çevremizde. Ve yazı günlerimin talihsizliği midir bilmem, 1 2 saat önce de kayınpederimin covid-19 testi pozitif çıktı… Elimiz ayağımız göz yaşlarımız titrerken, bizler bu ülkenin vatandaşları olarak öylece tüm katliamın akışının seyircisi pozisyonunda, neler olacak diye boşluğa dalıp gidiyoruz... Hakediyor muyuz? Kendinize bir sorun.

*

Nihayetinde onurlu destanlarla kazanılmış cumhuriyetimizin büyük atılımlarla başlattığı modern kentleşme serüvenimiz, üzerinde 1 gram besin kalmamış, bardaklar devrilmiş, tabaklar kırılmış, her yeri yağ pislik içinde bir masayla karşı karşıya kaldığımız bir gerçekliğe evrildi. Üzerine temiz bir örtü serip, dönemini sahte bir sterillikle kurtarmaya bakıyor herkes. Sizler alkışlıyorsunuz, ve benim midem bulanıyor.

ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.