Takip Et

Sorumsuz bir neslin sorumlusu kim?

“Sorumluluk” bilincine sahip olmak birey olmanın temel gerekliliğidir. Öncelikle kendine daha sonra çevresine hatta yaşadığı dünyaya karşı bir sorumluluk bilinci geliştirmeli birey. Küçüklüğümüzden itibaren ailemizin bazen bilinçli bazen de alışılagelmiş bir yöntemle bizlere kazandırdığı bu karakter özelliği ne yazık ki günümüzde kaybolmaya yüz tutmuş değerler arasındadır.

Günümüz gençliğinde “hayatta başarı” tanımı “akademik başarı” tanımıyla daraltıldı. İlkokul çağından itibaren özel dersten özel derse koşturulan, hikaye – roman yerine soru bankalarıyla hayal dünyaları köreltilen bu çocuklar/gençler kendi işlerini dahi yapmanın hazzına varamaz hale getirildi. Ebeveyn ile çocuk arasında okul – ders – not sohbetinden ibaret sığ bir paylaşım bol kahkahalı aile sohbetlerinin yerini aldı. Gerçek hayattan, yaşanan sorunlardan soyutlanan/dışlanan öğrenci zorunlu kılındığı gündemle meşgul edildi. Böylece düşünme, yorumlama, karar verme yetisinden yoksun bir nesil oluştu.

Çok sık duyduğumuz/kullandığımız tehlikeli cümlelerden biridir “Ondan tek istediğim ders çalışmasıdır, başka bir işe dokunmasın." Tehlikelidir, çünkü çocuğun kişisel ihtiyaçlarına kadar birilerine bağımlı olmasına sebep olan alışkanlıklar edinmesine yol açmaktadır. Birlikte yaşamanın kuralı iş bölümü ve paylaşımken ebeveyn tüm sorumluluğu üstlenip çocuğu aciz bırakmakta ve sürekli başkasından hizmet bekler duruma getirmektedir.

“….. liseyi / üniversiteyi kazanırsan , …….. puanı alırsan” şeklinde başlayıp vaatler (rüşvetler) barındıran cümleler de son derece tehlikelidir. Çocuk kendi hedeflerini oluşturmak bir yana dursun anne – babanın oluşturduğu hedefler için diğer bir deyişle vaat edilenler için çalışmaktadır. Ailesinin sevgisini daimi kılabilmek çevresinin ilgi ve saygısını kazanabilmek için onlar tarafından kabul görmüş mesleklere yönelmektedir. Çevrenize baktığınızda bir zamanlar ebeveynlerinin ve toplumun öngördüğü hayatı seçen mutsuz doktorlar, başarısız avukatlar, isteksiz öğretmenler görürsünüz.

Ana sınıfından üniversiteye kadar evde ve okulda arkadaşlık kavramından ziyade rekabet kavramı aşılanan çocuğun çevresine karşı sorumluluk duygusu körelir. Bencillik ve karşıdaki insanlardan faydalanma isteği had safhada gelişir. Sürekli bir kıyaslamaya maruz kaldığı için de arkadaş çevresini karakter özelliklerini göz ardı ederek akademik başarıya göre oluşturur. Okulda çalışkan bildiği kişilerle iş hayatında ise toplumca kabul görmüş meslekten kişilerle aynı ortamları paylaşır.

Hayatta en büyük yatırımı çocuğun geleceğine yapan veli farkında olmadan çocuğu cam bir fanusa kapatmaktadır. Kendi belirlediği hareket alanına hapsetmeye çalışmaktadır. Oysa çocuğun ebeveynden beklentisi gayet basittir. Ne yerine oturup ödevlerini yapan bir anne – baba istiyorlar, ne de onu saate endeksli programlara tabi tutan , bol paralar dökerek özel derslere boğan, onu robotlaştıran bir veli istiyorlar. Kahvesi ayağına getiren, lokmayı ağzına veren anneyi üniversitede bulamayınca çocuğun bocalamasını siz tahmin edin. Üniversiteye yerleşen çocuğunuz sizi aradığında sohbet edecek konu bulamıyorsa bunun sorumlusu sizsiniz.

Hayatın tüm güzelliğini yaşayabilen ama aynı zamanda zorlukları da tanıyan, sorgulayan, yorumlayan, düşünen, paylaşan, emeğe saygı gösteren bireyler istiyorsak bir robot değil bir insan yetiştirelim. Bırakalım çocuklarımız cam fanusları kırıp yaşamın kollarına atsınlar kendilerini…

ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.