Takip Et

Dostluğa dair...

Kimse kimseye değildi bu günlerde. “Ben”a anlayışı had safhada değer kazandığından herkes kendineydi. Kişisel gelişim kitaplarından alıntılarla yaşamaya başlayalı “sen kazan”, “her şey senin için” telkinlerini yaşamın merkezine koyalı , “on adımda mutluluk”u arayalı U-mutsuzluğun kucağına koşar adımlarla düşmüştük.

Hepimiz “Bugün dost yaralanmış yine gönlüm hoş değil” türküsünü yaratan bu toprağın insanıydık ve ‘hep bana’lık önce “Ben”in sonra “Biz”in sonunu hazırlamıştı.

“Benim sadık yârim kara topraktır” diyerek bir başınalığı birlikte olmaya yeğ tutmuştuk. Tercihimiz bizi yalnızlığın çıkılması zor girdabına atmıştı.

Bir zamanlar “Dost” dediğimiz; Ruhumuzun kirini gören tellak, Hüznümüzün her rengini her desenini nakşettiğimiz gergef, en çekilmez halimize katlanan sabır taşımız yeri geldiğinde gözyaşımızla yosun tutmuş ağlama duvarımızdır bizim.

Mesafeler ayıramaz bizi varlığını yüreğimizde hissederiz. Zaman alışılmış sıcak kucaklaşmaya engel olamaz. Pir Sultan’ın da dediği gibi “Dostun bir fiskesi yaralar beni” deriz demesine de döner dolaşır yine aynı limana sığınırız. Çünkü “vefa” vardır aramızda her zaman bizi birbirimize bağlayan.

Varsa hayatınızda öyle biri dert de keder de vız gelir size, birden fazla ise dostunuz bilin ki dünyanın en zengini sizsiniz.

Günü gelir dostluğun biteceğini aklınıza getiremezsiniz. Çünkü akıl dışıdır ve tanımına aykırıdır. Bitemez. Ancak karşıdaki bu kutsal sorumluluktan yorulmuşsa sizi terk etmeye meyleder. İşte o vakit dur dersiniz etme dersiniz . Mevlana’nın Şems’e seslendiği içtenlikle;

“Duydum ki bizi bırakmaya azmediyorsun, etme.

Başka bir yar, başka bir dosta meylediyorsun, etme”

Dönmezse “Dost”luğun değerini bilen yeni bir insanla karşılaşana kadar /zordur dost olmak, dost bulmak/ gölgenizi yanınıza alıp yalnız kovboy olmaya mahkûm edildiniz demek ki. 

ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.