Takip Et
  • 5 Kasım 2015, Perşembe

Okumakla öğrenilmiyormuş hayat

Her şey “Seni yaradan Allah’ın adıyla oku” sözünü öğrendikten sonra başladı.

Okumanın, öğrenmenin, bilmenin ne kadar gerekli, zorunlu olduğunu öğrenmek uzun sürmedi. Önümüze rüzgarın uçurup getirdiği gazete parçalarını bile alıp okumaya başladık. Babalardan alınan üç beş kuruş ile haftada en az bir kitap almaya başlamak ortaokul yıllarına denk düştü. Arkadaşlarla alınan kitaplar değiştirilir ve ayda en az dört ya da beş kitap okunurdu.

Bilmenin huzursuzluğu beraberinde getirdiğinin öğrenilmesi de o yıllara denk düşmüştü. Ne kadar çok okuyup öğreniyorsun ki o kadar çok huzursuz oluyorsun ama bu huzursuzluğun mutlu bir keyif verdiğinin öğrenilmesi uzun sürmedi.

Alıp, okuyup, köşeye konulan kitaplara ayıracak alan bulamayınca çevredekilere onları dağıtmak, ‘oku, sende kalsın, ya da birine ver’ demeye başlayalı da yıllar oldu neredeyse.

Okuyarak tartışarak öğrenilenlerin insanın kendini, çevresini, çoluk çocuğu eğitecek kadar olup olmadığının kararı bir türlü verilemedi. Daha da okumak, daha da bilmek ve öğrenmek gerektiği düşünüldü hep.

Sonra O GÜN geldi.

Arkaya dönüp bakıldığında öğrenilenlerin arasında bilinmeyenlerin, çok önemli olan bilinmeyenlerin olduğu görüldü.

Binlerce okunan kitapta yazmayan ama TOPRAĞINA TAPTIĞIMIN ANADOLU’SUNDA kesinlikle bilmek zorunda olunanlar çıktı ortaya.

Okunan o kitaplar;

Her koyunun kendi bacağından asıldığını,

Devletin malının gerçekten deniz olduğunu,

Dağdaki keçiyi güdenin akılsız olduğunu,

Deveyi dikenin çok sevdiğini,

Minareyi çalanın kılıfı hazırladığını öğretmemişti.

Çünkü okunan bütün kitaplar, bunların doğru olmadığını yazıyordu.

O GÜN okunan kitapların YALAN yazdığı fark edildi.

Diz çöküp oturmak, söyleneni kafa sallayarak onaylamak, emredileni sorgulamadan yapmakmış asıl olan. Onca kitabı okumanın bir anlamı yokmuş; gerek de yokmuş. Boşuna yorulmuş kafalar.

Biraz da okunanlar unutulmuştur, odur belki de tüm gerçek.

1970’li yılların sonlarında bir kitap yayınlanmıştı. İsveç’te yaşayan Gülay isimli bir Türk kızının derlemesiydi o kitap. Adı da GRAFİTTİ idi. Hani şu Tosun’ların tuvaletlere, bahçe duvarlarına yazdıkları yazılar. Elinize geçer de okursanız bir yazı rikkatinizi çekecek. Çok doğru bir yazı o, hak vermemek elde değil:

“500 milyar sinek yanılıyor olamaz; İnsanlar pislik yiyin.” 

ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.