Takip Et
  • 29 Ekim 2023, Pazar

Cumhuriyet yazısı...

Öncelikle Cumhuriyetimizin 100’üncü yılı kutlu olsun ve nice yüz yıllara…

 

TRT 2’de Hülya Koçyiğit, sunduğu ‘Film Gibi Hayatlar’ programında Cumhuriyet Bayramı’na özel Murat Bardakçı’yı ağırlamış. Bu yazının çıkış noktası Bardakçı’nın programda sarf ettiği, “Bizde tutmayan tek inkılap ‘Musiki Yasağı’dır. Atatürk de zaten bunu görüp 1936 yılında kaldırmıştır.” sözleri oldu.

 

Bardakçı’nın bahsini ettiği Musiki Yasağı ile ilgili Sinan Çetin de, ‘Mutlu Ol Bu Bir Emirdir’ adlı eleştirel bir kısa film çekmişti.

 

Peki, nedir bu ‘Musiki Yasağı’?

 

1934 yılı 1 Kasım’ında (TBMM’nin 4’üncü dönem 4’üncü toplanma yılı), Atatürk Meclis konuşmasında şu ifadelere yer verir:

 

“Arkadaşlar güzel sanatların hepsinde ulus gençliğinin ne türlü ilerletilmesini istediğinizi bilirim. Bu yapılmaktadır. Ancak, bunda en çabuk, en önde götürülmesi gerekli olan Türk mûsıkîsidir. Bir ulusun yeni değişikliğinde ölçü, mûsikîde değişikliği alabilmesi, kavrayabilmesidir. Bugün dinletmeğe yellenilen mûsikî yüz ağartacak değerde olmaktan uzaktır. Bunu açıkça bilmeliyiz. Ulusal ince duyguları, düşünceleri anlatan, yüksek değişleri, söyleyişleri toplamak, onları bir gün önce, genel son mûsikî kurallarına göre işlemek gerekir. Ancak bu düzeyde Türk ulusal mûsikîsi yükselebilir, evrensel mûsikîde yerini alabilir. Kültür İşleri Bakanlığının (burada kastedilen Millî Eğitim Bakanlığıdır, o günkü adı Kültür İşleri Bakanlığı idi) buna değerince özen vermesini, kamunun da bunda ona yardımcı olmasını dilerim".

 

Atatürk’ün ifadelerini kendine görev bilen İçişleri Bakanlığı da (o zamanlar Dahiliye) 2 Kasım’dan itibaren radyolarda Türk müziği çalınmasını yasaklar. 1 yıl 10 ay 4 gün süren bu yasak, 3 Kasım 1936’da kaldırılır. 1976’ya kadar ise Türk müziği eğitimi yasağı devam eder.

 

Bardakçı’nın 1936’da Atatürk’ün kaldırdığını ifade ettiği yasağın tarihi özetle böyledir.

 

Şimdi ben bunu yazdım diye, “Atatürk Batıcı idi, zaten fesi de kaldırmıştı, bu da onun yansıması.” diyen peşin hükümlüler olacaktır.

 

Bunu içinden geçiren ya da yüksek sesle söyleyen peşin hükümlülere bir tarihi gerçekten daha bahsetmek isterim. Müzikte Batılılaşma Cumhuriyet’ten önce Osmanlı’da, 2. Mahmut döneminde, daha önce kaldırılan Mehteran’ın yerine kurulan Mızıka-ı Hümayün ile başlamıştır. Burada Batı çalgıları eğitimi verilmiştir.

 

Bir dönem İhlas Haber Ajansı’nda çalışırken çok kitap okuyan, kendi kendine kitaplardan İngilizce öğrenen, bu özellikleri dolayısıyla kendisine ‘Kültür Mustafa’ diye hitap edilen bir şapkacı esnafının haberini yapmıştım.

 

Haber müdürü, merkezden üst düzey bir yöneticinin (adı bende kalsın), “İslam geleneğinde şapka yok, fes var. Şapka demeyin.” diye yazdığını söyledi. Ben de şaka yaptığını zannederek (çünkü Kültür Mustafa’nın yaptığı şey form olarak fes değil şapka idi), ertesi gün haberi ‘şapkacı’ diye yayına verdim.

 

Sonra da ufak çaplı bir kriz yaşadık. Aynı haber müdürü bana, “Selma ben sana demedim mi şimdi başımız ağrıyor. Onlar senin baktığın gibi bakmıyor.” yazdı bu seferde.

 

Bir arkadaşıma bunu anlattığımda bana fesin aslında Fransız sömürgesi bir kentten geldiğini anlattı. İnternetten araştırdım doğru imiş. Yine 2. Mahmut döneminde yazılı bir fermanla, yine modernleşme çabaları kapsamında fes giyilmesi zorunlu hale getirilmiş.

 

Şapka Kanunu’na karşı çıkanlar gibi, o dönemde de ‘Fes Batı icadı’ deyip fese karşı çıkanlar olmuş.

 

Vesselam, tarihe ideoloji bakmak, karpuz kabuğundan gemiye binmeye benzer. Her olayda olduğu gibi madalyonun iki yüzünü ve dolayısıyla gerçeği ya da büyük resmi görmemizi engeller.

 

Musiki Yasağı ve fes meseleleri üzerinden anlatmaya çalıştığım da tam olarak bu aslında.

 

Şimdi 100’üncü yılımızı devirdik ama 1800’lerin sonlarından ve 1900’lerin başlarından verdiğimiz örneklerdeki ‘bölünme hastalığı’mız halen devam ediyor.

 

Geçenlerde sosyal medya hesabımdan da paylaşmıştım; her kutlamada bölünüyoruz ve bu durum gerçekten çok sıkıcı.

 

Bu bölünme gündelik hayatta kullandığımız dile de yansımış durumda.

 

Örneğin, Cumhuriyet Bayramını kutlarsanız solcu, tebrik ederseniz daha sağ tandanslı olduğunuz anlaşılıyor. Buna benzer biçimde Gazi Mustafa Kemal deyince iktidara yakın, Atatürk deyince muhalefet oluyorsunuz. Aynen fesi savununca İslamcı, şapkayı savununca laik olarak kodlandığınız gibi.

 

Kızılcık Şerbeti dizisinde de konu edilmişti; ‘Selamün Aleyküm’ derseniz sağcı, ‘Selam, Merhaba’ derseniz solcu, laik oluyorsunuz (E ben gazeteciyim köy kahvesine gidince Selamün Aleyküm diyorum sağcı oldum, sonra başka yerde merhaba deyince solcu mu oluyorum?). Bu durum ‘Allah’a ısmarladık’ ve ‘Hoşçakal’ için de geçerli.

 

Bunlar elbette dilin ideolojisi, ideolojinin inşası konularıyla ilgili doğrudan.

 

Ancak derdiniz bölmekse dili de aracı kılarsınız, tarihi de.

 

Tarihimizin bize gösterdiği üzere, Cumhuriyetimiz 100’üncü yılına, bölünme yoluyla çoğalan terliksi hayvanları kıskandıracak bir performansla girdik.

 

Nasıl ki bir insan hakkında, bir hareketinden yola çıkarak genellemelerde bulunamaz iseniz, tarih için de bu geçerlidir.

 

Atatürk kendi koyduğu yasağı kendisi kaldırmıştır.

 

Batılılaşma birilerinin dayattığı gibi, 29 Ekim 1923’te birden bire ilhamla inmemiş, Osmanlı’da nüveleri atılmıştır.

 

Bütün bunlara bölmeden, ayırmadan, önyargısız baktığınızda manzarayı doğru okuyabilirsiniz.

 

Bu durum, bugünkü iktidar ve ondan öncekiler için de geçerlidir ve görüldüğü üzere yanlışlar zamanın ruhuna göre bir şekilde doğruya doğru evrilmektedir.

 

Temennim odur ki, ikinci yüzyılda ‘bölünme hastalığı’ndan kurtulalım. 

ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.