Takip Et

SON DAKİKA

Faruk ÖZKAN
[email protected]

KOCA KARI İLE HZ. ÖMER

28 Ekim 2017, Cumartesi

     

Okuyacağınız hikayeyi bize sahabelerin içinde en çok sayıda hadis rivayet etmiş olan İbn-i Abbas anlatmaktadır:

Karanlık bir geceydi, soğuk ve dondurucu bir kış gecesi. Ayaz insanın iliklerine işliyordu. Halife Hz. Ömer'i görüp onunla biraz konuşmak üzere evden çıktım. Her taraf ıssız ve sessiz, bütün şehir uykularının en derin rüyalarında soluyor olmalı. Sokaklarda in cin top oynuyor.

Yolumun ortalarına doğru önümde insan olduğunu tahmin ettiğim bir karaltı belirdi. Biraz daha yaklaşınca gerçekten insan olduğunu gördüm. Karşımdaki de verdiğim selamı almak üzere başını kaldırıp yüzünü bana çevirince hayretten şaşakaldım. Çünkü önümde benim ziyaretine koyulduğum Hz. Ömer'den başkası değildi. Gecenin bu saatinde herkes sıcak yatağında mışıl mışıl uyurken koca bir halifenin yapayalnız sokaklarda dolaşmasını bir sebebe bağlayamıyordum.

Üstelik bu dondurucu kış gecesinde. Merakımı yenemeyerek, hemen söze başladım; "Gecenin bu saatinde yapayalnız niçin dolaşıyorsun?"

Hz. Ömer (r.a) bana sokularak koluma girdi ve beraber yürümeyi diye teklif etti: "Hem yürürken sana niçin yalnız başıma gezintiye çıktığımı da anlatırım." diye ilave etti. Ben "Zaten sana geliyordum; biraz görüşür, sohbet ederiz diye düşünmüştüm. Madem ki böyle oldu gezinirken konuşuruz." cevabını verdim.

İkimiz birlikte yola koyulmuştuk; benim içim içime sığmıyor, neredeyse meraktan çatlıyordum. Bir aralık soru soran gözlerimi Halife'nin yüzüne diktim, haydi söze başla, anlat bakalım niçin ayazlı bir gecenin bu saatinde tek başına sokaklarda dolaştığını." demek istiyorum.

Halife Hz. Ömer'de zapt edilmez merakımı anlamıştı ama başka meselelerden konuşuyor, bir türlü gecenin bu saatinde niçin dolaşmakta olduğuna lafı getirmiyordu. Birlikte gezinirken her evin kapısının önünde epeyce bir müddet dikiliyor, kulağını kapıya dayayarak içeriyi dinliyordu.

Evlerin kapılarında dikilip içeriden bir ses geliyor mu, gelmiyor mu, diye dinleye dinleye sokak sokak Mekke mahallelerini dolaştık. Hiçbir tarafta çıt yoktu, herkes bölünmez uykularının salıncağında soluyordu. Belki de şu koca şehirde gecenin bu saatinde Halife Hz. ömer (r.a) ile benden başka uyanık olan tek kişi yoktu.

Yavaş yavaş Hz. Ömer'in neden gezintiye çıktığını anlar gibi oluyordum. Anlaşılan şehir halkından herhangi birisinin bir derdi, bir sıkıntısı yüzünden uykusuz kalıp kalmadığını yakalamak istiyordu. Bu yüzden sokak köpeklerine kadar şehrin bütün canlıları sıcak yuvalarında uyurken müslümanların reisi sıfatı ile Hz. Ömer (r.a.) onlara bekçilik ediyor; onların rahatı için uykuyu kendine haram ederek sokak sokak bu ayazda dolaşıyordu.

Bütün mahalleleri kapı kapı dolaşınca şehrin dışına çıktık. Sağda solda tek tük çadırlar vardı. Onların da kapıları önünde durup ağlama sızlama var mı diye içeriyi dinledikten sonra yolun en ucundaki bir çadıra sıra geldi.

Diğerlerinde olduğu gibi bu çadırın kapısında da dikilerek içeriyi dinledik; birbirine karışmış durumdan ağlayan çocuk sesleri geliyordu.

Epeyce dinledikten sonra Hz. Ömer (r.a.) kapıyı vurup selamla birlikte içeriye daldı. Evin içi karmakarışıktı. Durmadan ağlayan çocukların gözleri şişmiş, yüzleri akan yaşların çizgileri ile benek benek kararmıştı. Yaşlıca bir kadın ocağın başına oturmuş hem ateşin üzerinde kaynayan tencereyi karıştırıyor hem de halsizlikten dizinin dibine serilen minicik yavruları susturmaya çalışıyordu. Kadın da bitkin ve halsiz görünüyordu. Bu haline rağmen Hz. Ömer'in (r.a.) selamına gülümser olmasına çalıştığı bir çehre ile aldı. Anlaşılan evine gelenin Halife Ömer olduğunu bilmiyordu. Kim bilir Halife'yi tanımıyordu bile. Zaten gecenin bu ilerlemiş saatinde şehir dışındaki bir çadırın kapısını Halife'nin çalacağını kim düşünebilirdi.

Hz. Ömer (ra.) kendini tanıtamadan tatlı bir dille kadına sordu "Valide bu yavrular niye böyle durmadan ağlıyor?" Kadın içini çekerek kısaca: "İki günden beri açlar da ondan." diye cevap verdi. Hz. Ömer (r.a.), "Peki niye önlerine yemek koymuyorsun?" diye soracak oldu; hıçkırıklar birden kadının boğazına düğümlendi. Durmadan akmaya başlayan gözyaşları arasında bize içini dökmek için söze başladı.

"Oğlum." dedi Halife Ömer'e "Sen şu ateşte kaynayanı yemek mi pişiyor sandın; ne gezer! Yavruları avutabilmek için çakıl koydum tencereye; durmadan kaynatıyorum. Pişirecek hiçbir şey yok. Bu gördüğün yavrular benim, anasız babasız yetim torunlarımdır. Oğlum, kocam ve kardeşlerimin her biri bir muharebede şehit düştüler. Evin geçimini temin edecek bir erkeğim yok. Ben de hem yaşlı hem de kadın halimle, halim kalmadı. İşte böyle aç ve perişan kaldık.

Soylu bir aileden varlık için büyümüş ve yokluk nedir hiç bilmemiş bir kızı olduğum için kimseye gidip halimi anlatmaya, el açıp bir şeyler dilenmeye de yüzüm tutmuyor. Her şeyi bilen yüce Allah (c.c.) bir sebebini yaratıp rızkımızı gönderinceye kadar böyle ağlayıp beklemekten başka çaremiz yok."

Hz. Ömer (r.a.) kadını dinlerken yanmakta olan bir mum gibi eriyor, yüzü renkten renge giriyordu. Kadının sözünü bölerek üzgün bir sesle: "Valide, şehirde oturan müslümanların emrine, Halife Ömer'e neden başvurup durumunu anlatmıyorsun?" diyebildi. O ana kadar kesintisiz olarak gözyaşı döken kadının derin üzüntüsü yerini anlatılmaz bir kin ve kızgınlığa bıraktı. Hiddetten kararan bakışlarını Halifeye dikerek şu sözleri söyledi:

"Dilerim ki o Halife Ömer daha dünyada iken bulsun ahirette de elim yakasından kopmasın." Hz. Ömer (r.a.) kekeleye kekeleye "Niçin Ömer'e böyle beddua ediyorsun valide! Onun bu işte günahı nedir?" dedi. Kadın aynı kızgınlıkla bu sözlerin cevabını yetiştirdi: "Evladım, ben şu ihtiyar halimle iki günden beri gece gündüz demeyip yetim avuturken o nasıl rahat yatağında uyuyabilir? O, müslümanların reisi, baş bekçisi değil mi? Bizler evvela Allah'a sonra do onun eline emanetiz. Gelip de benim halimi nasıl sormaz. Müslümanların reisi olmayı böyle kolay mı sanıyor!"

Hz. Ömer (r.a.) yavaş yavaş dolmaya başlayan göz pınarlarını kadından saklayarak "Valide haklısın, doğru söylüyorsun ama zavallı Halife'nin işi bir iki değil ki. Kim bilir başını kaşıyacak kadar bile boş zamanı yoktur. Hem sen gidip derdini anlatmadıktan sonra o senin halini bilmez ki." diye kadının öfkesini dindirmeye çalıştı. Fakat kadın aynı kızgınlıkla sözlerine devam etti.

"Madem ki dertlilerin derdini zamanında haber alıp çaresine koşmayacaktı, zamanında niye Halife olmayı, müslümanların başına geçmeyi kabul etti? Böyle çürük bir mazereti hiç dinler miyim ben? Zavallının işi çokmuş! Nedir işi, yine savaş mı? Yanında inleyenlerin sesine kulak vermez. Şehrinde açlıkla pençeleşen yavrular yaşıyor.

Halife bunlara göz yumarak uzak diyarlardaki şehirlere 'gaza gaza' diyerek asker yürütmekle; gencecik delikanlılarımızın kanını yabancı topraklara akıtarak kadınları bırakmayı marifet mi sanıyor? Benim babam, amcam, dayım ve gencecik oğlum hep onun ordularında şehit düşmedi mi? Şimdi kim bilir yine nice kadın ve çocukları kocasız ve babasız bırakıp, aç ve çıplak bir sefaletin kucağına atacak. Böyle dertlerimize yeni dertler eklesin diye mi biz onu başımıza geçirdik?"

Tam bu sırada çocuklar sözleşmişler gibi hep bir ağızdan yanık sesleri ile ağlaşmaya başladılar. Çocukların bastıran çığlıkları kadının öfkesini bir kat daha arttırdı. Ellerini havaya kaldırarak ve sesinin çıktığı kadar bağırarak sözlerine şöyle devam etti:

"Bu evdeki canlıların göğüslerinden boşalarak yükselen inilti ve çığlıkları şimşek ve yıldırım eyleyerek Ömer kulunun başına yağdırmasını dilerim. O varsın dul bir kadınla yetim yavruların beddualarını yağmur sansın. Tez elden ona gönlümün dilediği bir bela ver de kıvranırken bizim neler çektiğimizi anlasın. Sen işini bilirsin, yüce Yaradanımız."

Hz. Ömer (ra.) artık dayanamadı. Dolu dolu olan pınarlarından yaşlar damlamaya başladı. Herkesin durmadan gözyaşı döktüğü bu kederli evde, gözyaşlarını görmelerini istemediği için yüzünü herkesten saklamaya çalışıyordu. Artık orada oturamazdı. Hemencecik yerinden doğruldu. Bitkin bir sesle "Valide haklısın, sen yine avut çocuklarını ben hemen dönerim." diyerek kapıya doğruldu. Arkasından ben de yürüdüm. Dışarıya çıkınca derin bir soluk çekti ciğerlerine. Kelimenin en geniş manası ile üzgün ve bitkin idi. Yol boyunca ağzından tek kelime çıkmadı. Var gücünü kullanarak hızla yol almaya çalışıyordu. Ona yetişmekte güçlük çekiyordum. Doğruca devlet hazinesine vardık. Halife, bir un çuvalı seçerek bir yana koydu. Benim elime de bir yağ kabı tutuşturdu.

Vakit geçirmeden koca un çuvalını sırtlanmaya koyuldu. Gözlerime inanamıyordum. Evet bu İslam Devletinin koca reisi un çuvalını sırtına almak üzereydi. Hemen yanına sokuldum: "Aman ey mü'minlerin emiri! Ne yapıyorsun? Bari müsaade ver de çuvalı ben sırtıma alayım." Hz Ömer (r.a.) hemen sözümü keserek belki bir saatten beri ilk defa ağzını açıp şu sözleri söyledi: "Hayır, ey İbn-i Abbas, sevgili dostum!.Değil yorgunluktan yere yığılsam, ölsem bile bırak yükünü de kendi sırtında götürsün. Bu dünyada yüküne yardım etmek isteyecek öz dostlar bulabilir fakat her koyunun kendi bacağından asılacağı ahiret gününde kimse onun cezasını paylaşmayacaktır.

Kadın doğru söylemişti. Ya vakti ile Hilafeti yüklenmemeliydim. Yüklendiğime göre idarem altındaki tek tek her ferdin huzur ve emniyetini düşünmek zorundayım."

Sevgili dostum, Dicle kenarında otlayan bir koyunu kurt kapsa ilahi adalet onu Ömer'den sorar. Şu yaşlı kadın kimsesiz ve avuttuğu yavrular kimsesiz kalır; sorumlusu Ömerdir. Bakımsızlık ve sefaletten bir ev çökse vebali Ömer'in omuzlarındadır. Talihsizlik neticesinde yere bir tek damla kan aksa o kan damlası coşkun bir derya olup dalgaları ile Ömer'i yutar. Kırgın gönüllerin öfke şimşekleri Ömer'in başına boşalır. Bütün matemlerin gözü göze göstermez dumanlarında boğulacak olan da Ömer'den başkası değildir.

Ömer her derdin devası, her dileğin büyük kapısı ve her lanetin ana hedefidir. Yüce Allah'ım aciz bir kul bu kadar ağır ve çeşitli mesuliyet yükünün altından nasıl kalkabilir? Ey Ömer, bu kadar yükün altına girmeyi nasıl kabul edebildin vakti ile...

Sözünü bölüp bir parça kederini dindirmek istedim ve dedim ki; "O kadar da üzme kendini, ey mü'minlerin emiri... Halifelik yükünü sen üzerine almasan kim bu vazifeyi senin kadar titizlikle yüklenebilirdi. Sen de bütün üstün meziyet ve kabiliyetlerine rağmen nihayet bir insansın. Her yerde vakit geçirmeden kendini gösteren ve yanılmaksızın kılı kırk yaran ilahi adalete ulaşamazsın. Kullara verilen bütün merhametler bir araya getirilerek temiz gönlüne dolsa bile bütün varlıkları kanatları altına alan yaygın ilahi esirgeyicilikle yarışamazsın.

Ey iyi yürekli Halife!... Sen şüphesiz ki bir melek değilsin, ama adelet ve merhamet kervanının ön safındaki elinde bayrak tutanlardansın. Senin bu erişilmez adaletine kıyamet günü, hem yer, hem gök hemde şu sırtındaki un çuvalı aynı zamanda da ben şahitlik edeceğiz. Şüphesiz ki en büyük şahidin de karanlık gecede kara taş üzerindeki siyah karıncaya kadar her şeyi bilen yüce Allah'ın bizzat kendisidir ne mutlu sana ki fani hayatını böylesine ölmez değerlerin sahibi olmak uğruna harcıyorsun. Ne mutlu biz müslümanlara ki dünyanın başka milletlerini, padişah diye kan içen canavarlar idare ederken, senin gibi ipek yürekli ve geniş görüşlü bir reisin şanlı adalet bayrağı altında gölgelenmenin tükenmez zevkini tadıyor ve bütün dünyaya karşı seninle haklı bir iftihar duyuyoruz."

Bu sözlerim galiba Halife'nin üzgün gönlüne biraz neşe vermişti. Ağır çuval yükü altında iki büklüm olmuş bedenine rağmen son gücünü kullanarak yokuşu soluk soluğa çıkıyordu. Damarlarındaki kanı bile donduracak kadar keskin ayaza rağmen alnından ve yüzünden akıp heybetli göğsüne süzülen terlere aldırmıyordu bile.

Nihayet yaşlı kadının çadırına vardı ki nefes nefese içeri girip çuvalı yere bıraktı ve aynı zamanda kendisi de yere serildi; iyice bitmiş, takatinin son damlalarını kullanarak çadıra girebilmişti. Kısa bir dinlenmeden sonra askınlar gibi silkelenerek yerinden doğruldu; tencerede kaynamakta olan çakılları boşalttı. Yerine benim taşıdığım kaptan yağ koydu. Sonra eriyen yağa sırtında getirdiği çuvaldan kendi eli ile un koyarak pişirmeye koyuldu.

Sönen ateşi kadından çalı çırpı isteyerek kendisi tutuşturdu. Böylece pişirdiği yemeği ayazda çabucak soğutarak yine kendi eli ile kurduğu sofraya koydu.

Daha sonra anne ve baba şefkatini bile gölgede bırakacak gülümseyen bir yüz ve bal gibi bir sesle iki günden beri boğazlarından aşağıya tek lokma geçirmemiş olan öksüz yavruları yemeğe oturttu; eli tutmayanlara kendi eli ile yemek verdi.

Günlerden beri kara yaslara gömülmüş olan çadırı bir anda sıcak bir sevincin ışıkları aydınlatmıştı. Ağlamalar susmuş, yaşlar kurumuş; öfke dinmişti. Öksüz yavruların gözleri sevinçten ışıl ışıl parlıyordu. Yaşlı kadıncağız Hz. Ömer (r.a.) sırtında un çuvalı ile içeriye girdiği andan beri şaşkınlıktan sanki dilini yutmuştu, ağzından tek bir kelime bile çıkmadı.

Fakat karnı doyan öksüz torunlarının neşesi odayı sarınca ağır bir uykudan uyanır gibi silkindi; toplandı ve sevinç gözyaşları içinde kim olduğunu hala bilmediği Halifeye şu sözleri söyledi. "Dilerim ki yüce Allah (c.c.) tez elden seni Hz. Ömer'in Halifelik makamına oturtsun. Oraya Ömer'den çok sen yakışırsın."

Yaşlı kadının o karşısındakini tanımadığı için söylediği bu sözlere içinden güldüm; yan gözle Ulu Halife'yi aradım; bu akşam belki ilk defa bu sözler üzerine o da aydınlık bir çehre ile gülüyordu.

Bana yaklaşıp gidelim artık diye işaret ettikten sonra kadına döndü; "Valideciğim, sen yarın erkenden Halifelik makamına gel; beni orada bul da sana emekli ve yetim maaşı bağlatayım. Şimdilik hoşçakal." dedikten sonra birlikte dışarı çıktı gün ağarmıştı. Müezzinin bütün müminleri sabah namazına çağıracak olan gür sesi neredeyse ortalığı çınlatacaktı. Ulu halife uykusuz kalarak ve terler dökerek vazifesini yapmış insanların gönül huzuru içinde rahattı.

Bana gelince uykusuz gecemden fazlası ile memnundum. Çok şeyler görmüş, çok şeyler işitmiştim ve çok şeyleri öğrenmiştim. Gördüklerim, işittiklerim ve öğrendiklerim bende ömür boyunca tazelik ve canlılığını yitirmeyecek izler bırakmıştı. Ümit dolu sevinçler içinde Allah Resulü'nün şu sözlerini hatırladım. "Sahabelerimin her biri tek tek gökteki yıldızlar gibidir. Hangisinin peşinden giderseniz hidayetin yolunu bulursunuz." "Ey yüce Allah Resulü!" dedim içimden, " Senin Halifen Ömer'i gördün de mi söyledin bu altın sözleri!"

O gün kadın, öğleye doğru Halifelik makamına geldi. Ulu Halife zaten daha önce işini maaşa bağlanması için gereken kimselere derhal emir vermişti. Kadın Hz. Ömer'i tanımıştı ama şaşkınlıktan dona kaldığı için dilini döndürüp hiçbir şey söylemiyordu. Ulu Halife onu saygı ile karşılayıp bir yere oturttuktan sonra şöyle dedi:

"Valideciğim! İşin oldu, bundan sonra hem kendi adına maaş alacaksın hem de şehit yavrusu öksüz torunlarının her ay emekli maaşını alacaksın. Al bakalım şu ilk maaşın." diyerek bir gümüş kesesini kadına uzattı ve "Artık Ömer'i affediyor, ona ettiğin bedduaları geri alıp hakkını bağışlıyorsun değil mi?" diye sözlerini bağladı.

Ciddi bir ifade ile Halife'ye şu son cevabı verdi; "işte böyle göster adaletini eline bakan bütün müslümanlara karşı. 



Yazarın Tüm Yazıları

İftira

25 Temmuz 2018, Çarşamba

Adalet hanım

13 Temmuz 2018, Cuma

Fıtrat

15 Mayıs 2018, Salı

Çocuk ve Aile

14 Mayıs 2018, Pazartesi

."Sâbık Başbakan'ın Memleketi"

8 Ocak 2018, Pazartesi

KRALİÇE'NİN SOYTARILARI

28 Aralık 2017, Perşembe

Dumanını yel, parasını el alır

20 Aralık 2017, Çarşamba

UMUT

16 Aralık 2017, Cumartesi

Türkeş'in dilinden TÜRK

10 Aralık 2017, Pazar

FIRTINA ÇIKTIĞINDA UYUYABİLİRİM

7 Aralık 2017, Perşembe

15 Osmanlı Padişahı ve Bilinmeyen Yönleri yazı dizisi 3

22 Kasım 2017, Çarşamba

15 Osmanlı Padişahı ve Bilinmeyen Yönleri yazı dizisi 2

21 Kasım 2017, Salı

Osmanlı Padişahlarının Bilinmeyen Yönleri yazı dizisi 1

20 Kasım 2017, Pazartesi

MÜNECCİMBAŞI

19 Kasım 2017, Pazar

KİRİ TEMİZLEMEK İÇİN

18 Kasım 2017, Cumartesi

En asil duygunun insanı

16 Kasım 2017, Perşembe

İnce Hesap

15 Kasım 2017, Çarşamba

İKİNCİ ABDÜLHAMİDHAN'IN MERHAMETİ

14 Kasım 2017, Salı

KADIN

13 Kasım 2017, Pazartesi

FATİH'İN KADISI HIZIR BEY

9 Kasım 2017, Perşembe

KOCA KARI İLE HZ. ÖMER

28 Ekim 2017, Cumartesi

PEYGAMBER EFENDİMİZDEN NASİHATLER

26 Ekim 2017, Perşembe

KARINCA İLE HZ. SÜLEYMAN

25 Ekim 2017, Çarşamba

CENNET

24 Ekim 2017, Salı

FETHULLAH GÜLEN 2012 YILINDA ÖLSEYDİ

23 Ekim 2017, Pazartesi

PATATES İLE SOĞAN

22 Ekim 2017, Pazar

HANEY

13 Ekim 2017, Cuma

BELOC

12 Ekim 2017, Perşembe

CHP'DE YİNE NELER OLUYOR?

10 Ekim 2017, Salı

İBRAHİM SAYAR

7 Ekim 2017, Cumartesi

NE SANDIN

6 Ekim 2017, Cuma

KOVADAKİ ÇATLAK

24 Eylül 2017, Pazar

RÜYANIN SONU HALA GELMEDİ

18 Eylül 2017, Pazartesi

ALTMIŞ YAŞIN ÜZERİNDEKİLERE NASİHATLER

16 Eylül 2017, Cumartesi

BEDDUA

11 Eylül 2017, Pazartesi

İBRETLİK BİR HİKAYE DAHA

9 Eylül 2017, Cumartesi

ATATÜRK'ÜN BALIKESİR HUTBESİ

31 Ağustos 2017, Perşembe

ATATÜRK'ÜN DUMLUPINAR KONUŞMASI

30 Ağustos 2017, Çarşamba

VAR MI BÖYLE EVLİLK

26 Ağustos 2017, Cumartesi

Cep telefonuyla Allah’ını arayan kız

25 Ağustos 2017, Cuma

GENÇLİĞİN SIRRI

24 Ağustos 2017, Perşembe

KÜÇÜK ODUNLAR

23 Ağustos 2017, Çarşamba

KIZ İSTEME

22 Ağustos 2017, Salı

HAYAT

21 Ağustos 2017, Pazartesi

YÜREK YIKAN BİR HİKAYE

16 Ağustos 2017, Çarşamba

Çoban ve ağaç

15 Ağustos 2017, Salı

BİR BABANIN KURBAN MUHÂKEMESİ

14 Ağustos 2017, Pazartesi

HAK KELAMI

13 Ağustos 2017, Pazar

ARTIK EĞRİ KALAMAZSIN DOĞRUL

5 Ağustos 2017, Cumartesi

İMAM ŞAFİİ'NİN VERDİĞİ DERS

4 Ağustos 2017, Cuma

ALEME LAZIM OLAN FATİH'İN ADALETİ

3 Ağustos 2017, Perşembe

HATİCE ANNEMİZİ UNUTULMAZ KILAN

2 Ağustos 2017, Çarşamba

HAYIR VE ŞER GİZLİDİR ANLAYAMAYIZ

1 Ağustos 2017, Salı

TEŞEKKÜRLER TOLGA ÇANDAR

30 Temmuz 2017, Pazar

DEPREM

24 Temmuz 2017, Pazartesi

KİMİNLE DOST OLUNUR?

23 Temmuz 2017, Pazar

SAĞLIKLI VE MUTLU YAŞAMAK İÇİN

22 Temmuz 2017, Cumartesi

YENİ DÜNYA DÜZENİ

16 Temmuz 2017, Pazar

KANLA BESLENENLER

15 Temmuz 2017, Cumartesi

SEN DE POZİTİF DÜŞÜN

6 Temmuz 2017, Perşembe

DÜŞMAN

5 Temmuz 2017, Çarşamba

ABDÜLKADİR GEYLÂNÎ HAZRETLERİNDEN ÖĞÜTLER

4 Temmuz 2017, Salı

Kim kazanır?

3 Temmuz 2017, Pazartesi

Bizim dünyadaki izlerimiz

2 Temmuz 2017, Pazar

BU ŞEHİR

29 Haziran 2017, Perşembe

Bre Zındıkk

21 Haziran 2017, Çarşamba

Adalet

20 Haziran 2017, Salı

Nasreddin Hoca'nın dediği gibi

17 Haziran 2017, Cumartesi

Zeytin

12 Haziran 2017, Pazartesi

Zarif bir şair

11 Haziran 2017, Pazar

Emperyalizmin yeni köpekleri Araplar

7 Haziran 2017, Çarşamba

Cehennemin ateşini söndüren Adalet

5 Haziran 2017, Pazartesi

TEPKİLER

31 Mayıs 2017, Çarşamba

Aşk

29 Mayıs 2017, Pazartesi

Keşke dostluk ipini koparmasaydın...

23 Mayıs 2017, Salı

Sabırdan çıkan tat

22 Mayıs 2017, Pazartesi

Moralin niye bozuk?

20 Mayıs 2017, Cumartesi

ÖDÜL VE CEZA

18 Mayıs 2017, Perşembe

Maskeleri çıkarın

12 Mayıs 2017, Cuma

Demirel'den hoşgörü dersi

4 Mayıs 2017, Perşembe

Sular kesilecek

2 Mayıs 2017, Salı

Vesselam!..

27 Nisan 2017, Perşembe

İŞ BİLENE CAN FEDA

26 Nisan 2017, Çarşamba

Türk gençliği oyuna gelmemeli!..

23 Nisan 2017, Pazar

Vatandaş nasihati

18 Nisan 2017, Salı

Zulmü Alkışlayamam

15 Nisan 2017, Cumartesi

Milliyetçiler

14 Nisan 2017, Cuma

‘Bu da geçer’

12 Nisan 2017, Çarşamba

Anayasa Değişikliği Maddeleri-10

9 Nisan 2017, Pazar

Anayasa Değişikliği Maddeleri – 9

7 Nisan 2017, Cuma

Anayasa Değişikliği Maddeleri – 8

2 Nisan 2017, Pazar

Anayasa Değişikliği Maddeleri – 7

1 Nisan 2017, Cumartesi

Anayasa Değişikliği Maddeleri - 5

31 Mart 2017, Cuma

Anayasa Değişikliği Maddeleri - 5

28 Mart 2017, Salı

Anayasa Değişikliği Maddeleri – 4

25 Mart 2017, Cumartesi

Anayasa Değişikliği Maddeleri - 3

24 Mart 2017, Cuma

Anayasa Değişikliği Maddeleri – 2

23 Mart 2017, Perşembe

Anayasa değişikliği maddeleri

22 Mart 2017, Çarşamba

Hiroşima’dan Çanakkale’ye …

18 Mart 2017, Cumartesi

Hayrını gizleyen ressam

15 Mart 2017, Çarşamba

Hollanda

14 Mart 2017, Salı

Ahlaki çöküş

12 Mart 2017, Pazar

‘Has Bey’

11 Mart 2017, Cumartesi

Demokrasi

5 Mart 2017, Pazar

Kral çıplak

4 Mart 2017, Cumartesi

İmam-ı Birgivi

26 Şubat 2017, Pazar

Aydın'daki kaynakların kaymağını kimler yiyor?

25 Şubat 2017, Cumartesi

Dostluğun tarifi

20 Şubat 2017, Pazartesi

SANAYİ ESNAFI

19 Şubat 2017, Pazar

Başarının Sırrı

16 Şubat 2017, Perşembe

Rehavetteki ‘EVET’

14 Şubat 2017, Salı

Kaza mı, intikam mı?

11 Şubat 2017, Cumartesi

Aydın’da yaşamak

9 Şubat 2017, Perşembe

Aydın Havası

5 Şubat 2017, Pazar

Sekiz yetmez, dokuz olsun

2 Şubat 2017, Perşembe

Bu yıl tecrübe oldu

29 Ocak 2017, Pazar

Gerginlik kaybettirir

26 Ocak 2017, Perşembe

ANLAŞILMAK

22 Ocak 2017, Pazar

Aydın’ın üstünlüğü

19 Ocak 2017, Perşembe

Umurlu

15 Ocak 2017, Pazar

Kaostan çıkan düzen

10 Ocak 2017, Salı

Zındık

9 Ocak 2017, Pazartesi

Sosyal medya

8 Ocak 2017, Pazar

Kaderimizin değişeceği bir yıl olsun

7 Ocak 2017, Cumartesi

Esaslı ‘kötek’ şart

13 Aralık 2016, Salı

Zeytin ve zeytinyağı

19 Kasım 2016, Cumartesi

Duymayan kalmasın

8 Kasım 2016, Salı

Bülent Tezcan’a sıkılan kurşun

1 Kasım 2016, Salı

Hizmet kavgası

13 Ekim 2016, Perşembe

Ağzı olan susuyor

24 Eylül 2016, Cumartesi

Ağustos biterken…

31 Ağustos 2016, Çarşamba

Bir yerde dur, adam gibi dur…

19 Ağustos 2016, Cuma

Davos’tan 15 Temmuz’a

6 Ağustos 2016, Cumartesi

Kula teslim olmamak lazım

28 Temmuz 2016, Perşembe

Darbecilere Mustafa Kemal'den telgraf var

25 Temmuz 2016, Pazartesi

AHI KALMAZ

24 Temmuz 2016, Pazar

Bu sefer ezanı Türkçe okutamadılar

18 Temmuz 2016, Pazartesi

Biz bize yeteriz

13 Temmuz 2016, Çarşamba

Kavgacılar değil Aydın kazansın

27 Haziran 2016, Pazartesi

Hasta adam Avrupa

23 Haziran 2016, Perşembe

Katil olmak istemiyorsanız bu yazıyı okuyun

21 Haziran 2016, Salı

Paşa koltuğu

20 Haziran 2016, Pazartesi

Kavgasız bir Aydın istiyoruz

15 Haziran 2016, Çarşamba

Kötü Adam ucuza satar

14 Nisan 2016, Perşembe

Ah Rıza ah!

25 Mart 2016, Cuma

Bugün bize, yarın size…

22 Mart 2016, Salı

Gülmemiz gerek

24 Şubat 2016, Çarşamba

O iş senin bildiğin gibi değil kardeş!

17 Şubat 2016, Çarşamba

Baba dostuna vefa

13 Şubat 2016, Cumartesi

Balık başı yeme heveslisi adamlar şehri…

10 Şubat 2016, Çarşamba

Sende mi be İsmet Amca?

26 Ocak 2016, Salı

Çıtalı ve insan

1 Ocak 2016, Cuma

Yapılanı eleştirmek

22 Aralık 2015, Salı

Onlar gelsin

10 Aralık 2015, Perşembe

Kurabiye hırsızı

19 Kasım 2015, Perşembe

Milletvekillerinin takipçisi olun

10 Kasım 2015, Salı

Nar fantazisi

27 Ekim 2015, Salı

Çine, Karpuzlu ve Kılıçdaroğlu

24 Ekim 2015, Cumartesi

Ağzından bal damladı

23 Ekim 2015, Cuma

Sık seçim iyi gelmedi

22 Ekim 2015, Perşembe

Kız çocuğu

6 Ekim 2015, Salı

Takdir yetkisi

21 Eylül 2015, Pazartesi

Türkiye hapşırsa Aydın kanser oluyor

7 Eylül 2015, Pazartesi

Bıyık - sakal siyaseti

21 Ağustos 2015, Cuma

Özge’nin babası…

16 Ağustos 2015, Pazar

Ön yargı

14 Ağustos 2015, Cuma

Bize bizden başka dost yok

11 Ağustos 2015, Salı

İncirliova…

9 Ağustos 2015, Pazar

Peşkeş

7 Ağustos 2015, Cuma

Yılanlar, yalanlar ve gerçekler

1 Ağustos 2015, Cumartesi

Dalkavukluk…

28 Temmuz 2015, Salı

Ormanda alim olmak kolay

14 Temmuz 2015, Salı

Ezansız iftar

30 Haziran 2015, Salı

Cezası bir ay

23 Haziran 2015, Salı

Deniz’in mirası

16 Haziran 2015, Salı

Hamdolsun Müslümanım, Ne mutlu Türküm diyene!

9 Haziran 2015, Salı

Selam

2 Haziran 2015, Salı