Türkiye’de bazı boşanma davalarında, eşlerden birinin “çocuk sahibi olmayı istememesi” durumu kusur olarak değerlendiriliyor. Bu durum, Yargıtay kararlarının da gündeme gelmesiyle hem hukukçuların hem toplumun dikkatini çekiyor.
Yargıtay 2. Hukuk Dairesi’nin 02.12.2019 tarihli 2019/4035 E. – 2019/11741 K. sayılı kararında, erkeğin “makul bir sebep olmaksızın” çocuk istememesi kusurlu davranış olarak kabul edildi. Mahkeme, bu kusura dayanarak erkeği ve kadını “eşit kusurlu” buldu.
Bu kararda Yargıtay, tarafların boşanmaya sebep olan olayların değerlendirilmesinde, çocuğu reddetmenin evlilik birliğini temelinden sarsan bir unsur olabileceğine dikkat çekti.
Aynı dönemde başka karar örneklerinde de benzer yaklaşımlar görülüyor: Bir hukuk bürosunun değerlendirmesine göre, “hiçbir makul neden göstermeden çocuk istememek” boşanma sebebi olabiliyor.
Başka bir Yargıtay kararı ise, eşin çocuk sahibi olma iradesini tamamen reddetmesinin, “güven sarsıcı davranış” kapsamında değerlendirilebileceğini ortaya koyuyor.
Hukukçular bu durumu farklı açılardan yorumluyor. Bazıları, çocuk istememeyi “kişisel tercih” olarak görüp kusur sayılmaması gerektiğini savunurken; diğerleri, bu davranışın evlilik yükümlülüklerine aykırı olabileceğini ve boşanmada maddi ya da manevi tazminat temelini oluşturabileceğini dile getiriyor.
Diğer yandan, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 16 Temmuz 2020 tarihli 2017/2-2838 E. – 2020/584 K. sayılı kararında “affedilen veya hoşgörüyle karşılanan olayların kusur belirlemesinde dikkate alınamayacağı” vurgulanmıştır.
Bu karar, boşanma sürecinde delil ve tanık beyanlarının değerlendirilmesinde mahkemelerin ölçülü davranması gerektiğini gösteriyor.
Hukuk uzmanları görüşlerine göre bu tür kararlar, “çocuk istememek” konusundaki toplumsal ve etik tartışmayı hukuki boyuta taşıyor. Boşanma davalarında kusurun tespit edilmesi, tazminat, nafaka ve diğer sonuçlar açısından büyük önem taşıyor. (ALİYE TAŞ)
