Köylünün, esnaf ve sanatkarın ortak kaderi
6 Şubat 2019, ÇarşambaTweet |
Bilindiği üzere ülkemiz kamplaşmalardan çok bedel ödemesine rağmen hâlâ değiştiğimiz söylenemez. Yetmişli yıllarda sağ sol, sonra darbe akabinde renkli televizyonun hayatımıza girmesiyle hâlâ artarak devam eden tv öğretisi ve halk mühendisliği üst seviyelere ulaşmıştır.
Seksen darbesi sonrası darbe tartışmaları akabinde AB süreci başlıyor. AB ve ABD’nin elbette arka planda İngiltere, İsrail gibi güçlerin halkımıza yön vermek için ciddi kaynak ayırdığı ve çalışma yaptığı açıkça ortadadır. Seksen öncesinden kalan sağ sol ayrımı tekrar gündeme gelmeyince Alevi, Sünni, ve ırklar üzerinden çalışmalara ağırlık verdikleri açıktır. Sağdan biri öldüğünde "Solcu yapmıştır?", solcu birisi öldüğünde "Sağcı yapmıştır?" algılarıyla ülkemizi karıştıramadılar. Buradan anlıyoruz ki bu ülkenin % 98'i kavga ve kardeşliğe zarar verilecek projelerin pis tarafı geldiğinde "dur" diyor.
İşte buradan da sonuç alamayacağını anlayan Batılı milletler bu kez ekonomimize el atarak üretim ve tüketim üzerine ciddi planlar yaptığı artık net şekilde görünüyor.
Nedir bunlar?
Köylerde yaşayan insanlar şehirlere göç edecek; İç Anadolu ve Doğu bölgelerimizde yaşayanlar Batıya doğru göç edecek; buna özendirmek için tv, gazete, internet vs alanlar kullanılacak; herkes üretmeden tüketecek; hatta çok güçlü olsa bile mevcut iktidar ve liderleri üzerinde bu anlamda halk baskısı oluşturulacak. Demem o ki herkes çalışmadan lüks hayat yaşama özendirilecek, devletten bir şeyler bekler hale gelecek ve doğal olarak üretim olmaz ise seksen milyon insanın ihtiyaçlarını ithal edeceğiz.
Ben yukarıdaki senaryoyu uzun zaman önce algıladığım halde hep "Acaba ben mi yanılıyorum?" sorusunu sordum. Ama geldiğimiz noktada yanılmadığım hissine kapıldığım bir gerçektir. Hâlâ daha yanıldığımı görmek isterim çünkü bu devlet ve millet için seve seve canını verecek kadar bu bayrak ve vatana sevdalıyım. Sevdalıyım ama sevda yetmiyor! Aşk yetmiyor? Sloganla üretim artmıyor? Geleceğe umutla bakmak, tohumu ve samanı bile ithal etmekle mümkün olmuyor.
Geçen 52 yıllık ömrünün kırk yılını marangoz olarak yaşamış olan ben bugüne kadar gördüğüm yanlışları yazıp söylediğim için hiç takdir görmedim, aksine hep cezalandırıldım. Oysa yazdıklarım söylediklerim hiçbir karşılık beklemeden işyerinde, tarlada çalışarak yaşanmış ve şu olmazsa olmaz dememdir. Bir ülkede ahlaklı olmak, dürüstlük, çalışkanlık, üretkenlik, ustalık aşağılanır hale gelmiş; tersi yaşam şekline sahip insanlar el üstünde tutulur hale gelmiş; devletin her türlü imkan ve nimetlerinden faydalanır hale gelmiş ise bir ülkede çırak, kalfa ve usta bulamazsınız ve doğal olarak ithal ürünü moda haline dönüştürmüş iseniz asla ve asla üreten azınlığa yaşam hakkı kalmaz ve doğal olarak üretim çöker. Ülkemizde esnaf ve özellikle sanatkarlar hala ülkesine ve milletine bağlı ise tarih bu insanları yarınlarda "kahraman" olarak yazacaktır. Devlet kademesinde hiçbir üretkenliği olmayan bir vatandaş (işini doğru yapanlar hariç) 5-10 bin lira maaş alacak, emekli olduğunda toplu prim ve 4-5 bin lira emekli maaşı alacak ama diğer tarafta üreten ustalar öldüğünde bile borçlu ölecek bu meselenin bir açıklaması yok. Kanunlar bir ayet değildir değiştirilebilir. Ama bizde değişmez.
Tarımda da durum farksızdır. 60'lı yıllarda "Zeytinyağlı yiyemem aman basma da fistan giyemem aman."... Üretimin gelişmesi, artması için yapılan bir çalışma yok denecek kadar azdır. İthal ettiğimiz tohumların zarar verdiğini de yeni yeni anlıyoruz. Diğer taraftan köy nüfusu azalınca makineleşmeyle kapatılmaya çalışılan üretim için arazi şartlarımız Batı gibi değildir. Dolayısıyla yapılan desteklemeler üretimi asla artırmıyor, aksine üretmemeyi özendiriyor. Yapılan destekler üretim kalitesi ve çokluğu üzerine olsa bence çalışanlar daha çok üretip daha çok kazanmak için mücadele ederler ama şimdi neredeyse üretmeden nasıl para alırım noktasına gelmiş.
Geçtiğimiz günlerde şehrimizi ziyaret eden ekonomi bakan yardımcımıza dedim ki "Efendim hepimiz ahlaksız olduk. Sistem bizi bir şekilde buraya itti, öncelikle bunu düzeltmemiz lazım." dedim. Elbette dinler dinlemez, onun sorunu. Ama ben üzerime düşen görevi tebliğ olarak ilettim. Tabi yukarıdan buraya kadar yazımı okumayan varsa bu sorunların tek kaynağı 16 yıldır iktidar olan AK Parti diye düşünebilir ama geniş açından bakmamız için bazı örnekler verdim. Biz millet olarak çok farklı bir milletiz. Belki de batı burada şaşırıyor. Ben ülkemizde çok sayıda arkadaş tanıyorum ki dün sövdüğü parti ve lideri yerel seçimler öncesi arkadaşı, dostu veya menfaati olacağını düşündüğü aday hangi partideyse eski partisindeyken söylediklerini şimdi desteklediği parti için aynı şeyleri söylüyor. Yani aynı Galatasaray’da iken kolumu kessem sarı kırmızı akar deyip şartlar gereği Fenerbahçe’ye gittiğinde ben zaten fenerli doğmuşum kafamı kesseniz kanım sarı lacivert akar diyen futbolcu gibi.
Söz açılmışken ne olur komşunuz, arkadaşınız, dostunuz, iş arkadaşınız olan karşı partililere ‘hain, terör destekçisi vb’ ithamlarda bulunmayalım. 2 ay sonra seçimler bitecek. Belki bir sonraki seçimde aynı partilerde yüz yüze geleceğiz. Yarın utanacağımız söylem ve eylem içinde olmayalım. Ben bu ülkede sırtımı teröriste dayadım diyen partiye oy verenlerin bile büyük çoğunluğunun "teröre" destek için oy vermediğini düşünüyorum çünkü bu ülkede hain sayısı 2 milyon yoktur. Var ise de bunları düzeltmek bizlerin ve devletimizin asli görevidir. Velev ki düzelmiyor vatandaşlıktan çıkarmak gerekir.
Hepimiz inandığımız güvendiğimiz adaya destek olalım ama asla bu destek fanatik taraftar gibi olmasın.