İnsan İnsanın Tesadüfüdür
26 Şubat 2019, SalıTweet |
Bir insanın bir insana verebileceği en güzel armağan, kalbinin sedeften yapılma ipliğini avuç içiyle karşısındakine uzatmasıdır. “Benim ipliğimi, kalbinin yeni nakışı için kullanabilirsin.” demektir bu. “Yeni nakışı. Çünkü artık ben geldim.” demektir.
Bazen bazı insanlarla karşılaştığımızda, onların kendi aralığımıza denk geldiğini fark ederiz. Garip bir sezme biçimidir bu. Sanki bizden olan bir şeyi taşımaktadırlar. Derinlerinde titreştikleri, hissettikleri veya aradıkları şey ile aynı yöne bakmaktayızdır.
Oysa sezme edinimi; deneyimin, gerçekçiliğin ve şüphenin, kısaca aklın kutsanmış hali karşısında hep değersiz sayılagelmiştir. Zayıf bırakılmıştır. Onun yerine somut olan ve zamana yayılan yaşanmışlık, gerçeğe ulaşmanın ölçüsü olmuştur. Oysa insanın insanla karşılaşmasında, bir yaşanmışlık yokken bile yakınlık sevinci doğabilir.
“Karşılaşmak” işteş bir fiil olarak en az iki varlığı işaretler. Ancak karşılaşmanın iki ayrı tarafı aynı hisle hislenmemiş, aynı tanışıklıkla tanışmamış hatta aynı bilgiyle bilgilenmemiş olabilir. Hatta karşılaşmalar aynı zaman aralığında olmayabileceği gibi tek taraflı deneyimlenen bir deneyim olarak da kalabilir. Örneğin bir yazarın yapıtı okunduğunda, metin üzerinden yazarın tini ile karşılaşılsa da onun tarafından bir bilinirliğe sahip olunamaz. Veya karşılaşan taraflar benzer duygularla birbirlerini algılamayabilirler. Tüm bu olasılıklara rağmen, aynı ritmin yakalanması da mümkündür.
İnsan fiziksel, zihinsel ya da sanal mekanlarda dolaşır. Dolaşır ve iz bırakır. İnsanın insanla karşılaşması, o tesadüf denilen çarpışma, sonsuz olasılık denizinde imkansıza yakın olacak kadar küçük bir olasılıktır ancak alelade bir şeymiş gibi görünür. Çünkü benzer olasılık deneyimleriyle çevrelenmişizdir ve ayırt edilecek bir fark kalmamıştır. Oysa bu aleladelik içinde bazı karşılaşmalar bizi işaretleriyle, içimize bıraktığı hisle çarpar. Anlamsal bir irkinti yaratır. İşte o zaman “tesadüf” ve onu oraya hazırlayan arkası, insanı düşüncesiyle oyalayan bir hayrete düşürür.
Ve o ilk irkinti, kalbe el koyan ilk seziş… Fark etme ve yakınlaşma isteği… Yabancı ama bir o kadar da tanıdık olan. Heyecanlı bir o kadar da ürkünç. Yakın ve bir o kadar da uzak olan. Karşılıksız ve bir o kadar da karşılıklı. Kim bilir belki de hayatın o karşılaşma için ayırdığı pay kadar belirli ve hiç bilinemeyecek kadar belirsiz.
Hani yaşamın akışkan bir örgüsü vardır ya. İnsanın insanla rastlaşmasıyla ilerleyen. İşte o örgü, yüzlerini birbirine dönmüş olanların ellerinden yapılmadır. Dostluk için de böyle, arkadaşlık için de böyle, aşk için de böyle…Bir insanın bir insana verebileceği en güzel armağan, kalbinin sedeften yapılma ipliğini avuç içiyle karşısındakine uzatmasıdır. “Benim ipliğimi, kalbinin yeni nakışı için kullanabilirsin.” demektir bu. “Yeni nakışı. Çünkü artık ben geldim.” demektir.
İpliği bir kalbe uzatmak işte böyle başlıyor. Sonrası mı? Sonrası, emek. Sonrası iyilik. Sonrası güzellik.