Aşkı da beklemeliyiz mevsimler gibi
2 Ağustos 2018, PerşembeTweet |
“Mevsimleri nasıl bekliyorsak, aşkı da beklemeyi bilmeliyiz.” demişti biri. Sözün söze aktığı bir sonbahar zamanında. Ve kırgın bir yaprak son hışırtısıyla uçuşuyordu.
İnsan bazen kendini dünyaya yarım bırakılmış gibi hisseder. Yarım olanın burkulmasında. Bir tamamlanma arzusu ile taşar derinleri. Telaşlı bir çarpıntının yatışmasını umarak.
Ve kalp arar. Hangi bakışa ait olduğunu. Ve ritmini. Suyun akarken taşlara kayalara çarparak çıkardığı ses olan çağıltı, bu sefer insan ruhunda var eder kendini. Arar karşılığını çağıldayarak.
Bir çağıltı varsa onun ulaşacağı yer de olmalıdır, demeliyim şimdi. Çünkü bilinsin, “ses” sadece seslenmek için değil işitilmek için de yaratılmıştır. Ve ses birleştirir seslenen ve işiteni. Tıpkı insan çağıltısı olan aşk gibi.
Ardından kalbin nakışından bahsetmeliyim. Her kalbin nakıştan yapılma olduğunu. Aşıkların görünmez ipliklerle birbirine bağlı olduğunu anlatmak için. Ve değiştirerek ipliklerini...
Sonra bekleyişten bahsetmeliyim. Henüz hiç tanış olunmamış kadınlar ve adamlardan. Onlar ki heyecanlı bir duyuşta konaklamak için aldırmamışlar argın ruhlarına. Ve konaklamamışlar hissedilmemiş bir çağrıda.
Ve her tanışın öncesi boşluktur da demeliyim. Çünkü boşluk hazırlar karşılaşmayı. Tersinmez çünkü sebep ve oluş. Tıpkı baharda başlayan ilk kıpırtının, tüm renklerini yaza dökecek olması gibi.
Hani “Mevsimleri nasıl bekliyorsak, aşkı da beklemeyi bilmeliyiz.” demişti ya biri. Bir sonbahar zamanında.
Öyleyse uçuşsun yapraklar, tarla kuşları, ahlar, belkiler ve lirin masalları! Ve yarım olan her şey ulusun: Bir kalp, bir kalpte buluşuncaya değin.