Takip Et

SON DAKİKA

“Cezaevlerindeki sessiz çığlıklara kulak verilmeli”

19 Mart 2024, Salı 15:32

     


Adil Yaşam Derneği Başkanı Muhammed Haluk Çavuşoğlu, yargı süreçlerinde ve cezaevlerinde yaşananlarla ilgili sesleri duyulmayanların sessiz çığlıklarına kulak verilmesi ve çözüm üretilmesi gerektiğini söyledi.

Başkan Çavuşoğlu, yaptığı yazılı açıklamada, yargı süreçlerindeki yanlışlıkları, cezaevlerinde yaşananları ve tutuklu ve hükümlülerle, onların ailelerinin beklentilerini şu şekilde dile getirdi:

“Bir haksızlık yapıp ya da haklı olduğun halde haksız yargılanıp cezaevine düştüğün zaman, binlerce haksızlık yapılır; fakat sesini kimse duyamaz ya da duymak istemez.

Daha karakol sürecinde aslında başına neler geleceğini anlıyorsun. Gece nezarette soğuk bir odada kalıp, sabah yarı baygın şekilde savcılığa çıkıp,-hele ki bir katalog suçtan oradaysan-, direkt tutuklamaya sevk edilip hâkim karşısına çıkarılırsın. Genel bir tabirdir inşallah hâkim sinirli değildir; ailesi ya da arkadaşları tarafından gergin bir ortamdan çıkmamıştır, belki tahliye verir.

Hâkim delile ya da suçun işleniş şekline bakmadan, bir de katalog suçsa direkt tutuklayıp, cezaevine gönderir.

Üstelik hâkimlerin çoğunun bunu kanaatle yaptığı Anayasa Mahkemesinin yargılamadaki hak ihlallerinin %77 olmasının en büyük sebeplerinden bir tanesi.

Çünkü ilk derece mahkemesinin vermiş olduğu cezaların çoğunluğu istinaf ve Yargıtay’da eğer detaylı bakılırsa ya bozuluyor ya da yeniden yargılama alıyor. Ancak, bu durum iyi bir avukat tutabilen ve dosyasının üzerinde durabilenler için geçerli.

Cezaevine girdikten sonra, cezaevinin içinde de ayrı bir ceza sistemi var. Örneğin koğuş sisteminde, koğuş başkanının söylediklerine ve keyfi kurallarına uymak zorundasın.

Ayrıca cezaevinin de kendine ait yazılı ya da yazılı olmayan kuralları vardır; bunlara uymadığın sürece ya hücreye gidersin ya da cezanın iki katını çeker gibi psikolojik şiddet içinde kalırsın.

Değiştirilen infaz sistemiyle, eskiden bir kişi almış olduğu ceza ile sonunda cezaevinden çıkışını hayal edebilirken; mevcut infaz sisteminde cezayı alan kefeni ile cezaevine gidiyor. Oysa cezanın, adalet ve ıslah amacı ile verilmesi gerekir; ancak bu sistem ıslah etme amacından çok uzak.

Günümüzde, cezaevi nüfusu haddinden fazla yoğun, ıslah ortamı yok, infaz koruma memurları mahkûmları insan değil, köle gibi görüyor.

Mahkûmlar kapalı ve açık cezaevinde neredeyse çay parasına yetmeyecek bir ücret karşılığında ağır şartlar altında çalıştırılıyor. Bu duruma itiraz eden, ceza içinde ceza çekmek durumunda bırakılıyor ve daha sonra bu kişilerden ıslah olunması bekleniyor.

Biraz çıkarılan yasalara bakalım; 2016 darbe girişiminin hemen sonrasında, kanun hükmünde kararname ile bir infaz sistemi çıkararak bir kısım mahkûmları çıkardılar, büyük bir kısmı cezaevinde kaldı. Ardından 2018 yılında Devlet Bahçeli bir af sözü verdi, mahkûm ailelerinden oylar toplandı fakat verilen söz yerine gelmedi.

Dünyayı kasıp kavuran pandemi sebebiyle Dünya Sağlık Örgütü, cezaevlerinin kapılarını açın, mahkûmları serbest bırakın tavsiyesi verdi. Çünkü bu virüs en fazla sosyal mesafesi olmayan yerlerde can alıcı noktaya geliyordu.

Bu çağrıya gayrimüslim ülkeler bile uyarak, genel af ilan ederken; bizim ülkemizde sadece açık cezaevindeki mahkûmlar izne gönderildi. Bunların içinde toplumda infial yaratan suçlar olarak tabir edilen cinayet, cinsel, uyuşturucu, gasp vb. adli mahkûmun tamamı vardı. Bu kişiler, izine gönderilirken devlet bunlara ‘Ne yer ne içersiniz? ne iş yapacaksınız? Ailenize nasıl bakacaksınız?’ demeden izine gönderdi ve pandeminin devam ettiği bu üç yıl içinde bu kişiler tekrar suça karışmadan devlete ıslah olduklarını kanıtladılar.

Peki bunların geri alınmaması ile alakalı devlet ne yaptı? Üç yıl herhangi bir suça karışmayan covid iznindeki mahkûmlara denetimli serbestlik adı altında ayağına kelepçe takarak, ev hapsi verildi. Haftanın her günü imza yükümlülüğü ve seminer verilerek hayatı kısıtlandırıldı.

Bu ıslah olmuş kişiler, üç yıl zarfında, aile kurup, çalışmaya başlamışken, bu sistemden dolayı şu an işlerinden oldular; imza ya da semineri kaçırmamak adına doğru düzgün çalışıp ailelerine dahi bakamıyorlar. Çünkü en ufak bir imza veya seminer kaçırıldığında bu tekrardan cezaya dönüşüyor, kapalı ve açık cezaevine geri dönüyorlar.

Yani ıslah olmuş kişileri tekrardan cezalandırdılar; üstelik açık cezaevinde insanlar hamal gibi çalıştırılırken, dışarıda olan denetimde olan kişiler ise kamu kuruluşlarında herhangi bir ücret almadan köle gibi çalıştırılıyor.

Nasıl olur da bir devlet kendi vatandaşına bu kadar duyarsız kalabilir? Devlet diyoruz çünkü devleti yöneten hükümet devletleştiğini ve çıkarılan yasaların nasıl uygulandığını bize göz göre göre gösteriyor. Bunları anlatmış olduğumuz halde ‘siz yanlış biliyorsunuz’ diyerek yapmış olduğu yanlış uygulamaların doğru olduğunu deklare edip, Avrupa’da cezaevleri kapatılırken ülkemizde cezaevi açarak bunu bir yatırım amacı olarak insanlara anlatıyor. Cezaevi bir nevi döner sermayeye dönüşmüş, mahkûmlar da bu işin müşterisiymiş gibi davranılıyor.

Yani müşteri kaybetmemek adına her şey yapılıyor.

Hükümetin yargı paketleri içerisinde çıkartmış olduğu hiçbir şeyin mahkûma ya da ıslah etmeye yönelik olmadığı ortadadır.

Şu an ülkemizde yaşanan sorunlar herhangi bir yargı paketi ile çözülemez. FETÖ’cü hâkim savcıların bu görevlere nasıl geldiği ortadayken, bu kişilerin yargıladığı insanlara yeniden yargılama yolu açılmıyor ve onların döneminde açılan dosyalar yerlerine gelen tecrübesiz hâkim savcılar döneminde karara bağlanıyor iken, bu konuyla ilgili hiç bir çözüm üretilmiyor.

Adil Yaşam Derneği olarak, bu konunun çözümünü şöyle sıralandırıyoruz;

Öncelikle devletle milletin barışması sağlanmalı. Çünkü cezaevlerinde ve yargılama aşamasında kolluk kuvvetleri ile vatandaş arasında yaşanan sıkıntılarda, herhangi bir devlet görevlisinin yapmış olduğu aksi bir durum vatandaş tarafından devlete aksettiriliyor. Örneğin bir polisin vatandaşa şiddet göstermesi ya da cezaevinde bir infaz koruma memurunun mahkûma fiziksel ve psikolojik şiddet uygulaması, mahkûm tarafından devletin kötü olduğu algısına yol açıyor. Oysa devlet hepimizin devletidir ancak; devletin görevlendirdiği kişi bir yanlış yapıyorsa, devletin bu kişiyi orantılı bir şekilde cezalandırması ile devletin kötü gösterilmesi ortadan kaldırılmalıdır.

Buraya kadar anlatılanlar, cezaevlerindeki vatandaşlarımızın yaşadığı ancak seslerini duyuramadığı sessiz çığlıklarıdır. Bu çığlığın volkanlara dönüşmemesi adına devletin bir an önce çözüm üretmesi gerekmektedir. Çünkü sıkıştırılmış bu duygular adeta tehditle durdurulmaktadır, tehdit insanın yaratılış fıtratına aykırıdır. Çıkarılan yasalar özgürleştirici, verilen cezalar ıslah edici ve adaletli olmalıdır.

Kısacası Türkiye 100. yılında bir affı hak ediyor ve ardından şeffaf ve adil bir yargılama ile ıslah edici ortamlar sağlanmalıdır.

Ayrıca cezaevinden çıkan kişilerin sicilleri cezasını bitirdiği halde affedilmediği için çıktıklarında sicillerinin bozuk olmasından dolayı iş bulamıyor ve tekrardan suça sürükleniyor. Cezaevinden cezasını bitirip çıkanların sicillerinin affedilip, iş bulması sağlanmalıdır. Böylelikle kişi, ailesine bakıp devlete ve millete ıslah olduğunu ancak bu şekilde kanıtlayabilir, aksi takdirde tekrar suça sürüklenmesi kaçınılmaz olacaktır.” (MEHMET AYDIN)







 
Son Eklenen Haberler